30 Aralık 2012 Pazar

Açıklanamayan Kısırlık

Çocuk sahibi olma arzusu ile doktora başvuran çiftlerin yarısından çoğunu açıklanamayan kısırlığa sahip çiftler oluşturmaktadır. Anne adayının yumurtalıkları düzenli şekilde çalıştığı, rahim yapısı sağlıklı ve tüpler açık olduğu, baba adayının ise sperm değerleri normal sınırlarda olduğu halde 1 yıl süre ile gebelik elde edilememesi açıklanamayan kısırlık olarak tanımlanır. Çiftlerin genel değerlendirme sonuçları normaldir ve kendiliğinden gebelik elde etmeleri için engel yaratacak bir sorun görülmemektedir. Diğer bir deyişle elimizdeki imkanlar ile çiftin çocuk sahibi olmakta gecikmesini izah edemeyiz. Vücudumuzda tüm sistemler hayranlık uyandırıcı bir sistem dahilinde çalışmaktadır. Üreme fonksiyonu da son derece detaylı bir düzen içerisinde, hataya imkan tanımayacak bir şekilde çalışmaktadır. Dolayısıyla gebelikteki gecikmenin basit veya karmaşık, yüzeyel veya derin, klinik veya moleküler düzeyde bir sebebi olmalıdır.
Ancak biz günümüzde sahip olabildiğimiz bilgi ve teknoloji ile bu sebebi belirleyemediğimiz için bu tabloya izah edilemeyen – açıklanamayan kısırlık adını koymaktayız. En önemli şansımız gebeliği zorlaştıran ve adını koyamadığımız sebeplerin çoğu zaman basit veya geçici etkili olmasıdır.Açıklanamayan kısırlığa sahip olan çiftlerin önemli bir kısmı hiçbir tedavi yardımı almadan zaman içerisinde kendiliğinden gebelik elde edebilmektedir. Hepimizin çevresinde yıllarca çocuk sahibi olmak için uğraşan, çok sayıda tedavilerden başarısızlıkla ayrılan ve bir gün biranda kendiliğinden gebelik elde eden çiftler vardır. Bu çiftler için ne daha önceki başarısızlıkları ne de bu zamanda elde edilen gebeliği açıklamak mümkündür. Daha doğrusu günümüz bilgileri bu açıklama için yetersiz kalmaktadır.
Kendiliğinden gebelik şansı:
Hiçbir sağlık problemi olmayan 100 çiftin her ay ancak 20'sinin gebelik elde ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla 80 çift bilemediğimiz bir sebeple bu şansı yakalayamıyor. Bu durumu doğanın sağlıklıyı koruması, sağlıklı olmayan bir süreci kendiliğinden durdurması ile açıklamaya çalışıyoruz. Eğer üreme sisteminde herhangi bir yerde bir hata oluşmuşsa belki gebelik daha baştan engelleniyor. Bu eleme sonucunda 12 ay boyunca yapılan denemeler sonucunda bu 100 çiftin 80-85'i mutlu sona erişiyor, 10-15'i ise kısırlık açısından değerlendiriliyor. Problemi olmayan çiftlerde her ay %20 seviyesinde olan kendiliğinden gebelik şansının açıklanamayan kısırlığa sahip çiftlerde %3-5 seviyesinde olduğuna inanılmaktadır. Yani bu çiftlerde hala kendiliğinden gebelik olasılığı devam etmektedir. Ne var ki hangi çiftin bu başarıyı elde edebileceğini öngörmek mümkün değildir. Bazı çiftlerin hiçbir zaman kendiliğinden gebelik elde edemeyeceği olasılığı göz önüne alınarak gecikmeden değerlendirme ve gerekirse tedavi başlatılmalıdır.
Problem ne olabilir?
Açıklanamayan kısırlık varlığında üreme sisteminde bir nokta geçici veya kalıcı, basit veya komplike bir hata olduğunu kabul etmek gerekir. Hata pek çok ayrı noktada, birbirinden çok farklı mekanizmalarda ve birden fazla olabilir. Bu olasılıklar şu şekilde sıralanabilir:
Sağlıklı bir yumurtanın doğal seçimi
Yumurtanın büyümesi ve olgunlaşması
Yumurtalıktaki mikroçevrenin yumurta sağlığı üzerinde gösterdiği etkiler
Yumurtanın ovulasyon ile atılması
Ovulasyon sırasında yumurtanın genetik bölünmeyi tamamlayarak döllenmeye hazırlanması
Spermin rahim ağzından içeriye geçmesi
Spermin rahim içerisinde ilerlemesi
Spermin tüplerden geçmesi
Yumurtanın ovulasyon ile karın boşluğuna veya tüplerin içerisine doğru atılması
Yumurtanın tüplerden birinin içerisine girmesi ve ampulla adı verilen bölgeye doğru ilerlemesi
Yumurtanın sperm ile karşılaşması
Spermin yumurtanın dış zarına tutunması , delmesi ve içeriye girmesi
Sperm başının kendisini saran zardan kurtulması ve kromozomlarının serbestleşmesi
Yumurtanın kromozomlarının döllenme için hazırlanması
Yumurtanın döllenmesi (fertilizasyon)
Yumurta ve spermin kromozomlarının birleşmesi
Kromozomların sağlıklı dağılımı
Sağlıklı bölünme ve büyüme
Büyüme için gerekli genlerin sağlıklı çalışması
Büyüme için gerekli metabolik gereksinimlerin karşılanması ve enerji üreten sistemlerin sağlıklı çalışması
Tüpün içindeki ortamın döllenme ve embriyo gelişimine desteği
Yumurtalıkta ovulasyondan arta kalan korpus luteum yapısından yeterli progesteron salınımı
3. günden sonra rahim içerisine doğru yer değiştirme
Rahim içerisinin embriyo gelişimine desteği
Rahim zarının embriyoyu kabul için hazırlanması (reseptivite)
Rahiç içzarı – embriyo arası moleküler iletişimin gerçekleşmesi
Embriyonun kendisini saran zardan çıkması (hatching)
Rahim içerisine tutunma ve yerleşme (implantasyon)
Embriyonu bağışıklık sistemi tarafından kabulü
Mikrodolaşımda pıhtılaşma kontrol mekanizmalarını sağlıklı çalışması ve embriyonun rahim zarı içerisine entegrasyonu
Embriyo gelişimi
Görüldüğü üzere üreme sisteminin sağlıklı bir gebelik oluşturabilmesi için pek çok basamağın sağlıklı hatasız bir şekilde aşılması gerekmektedir. Gebelik arzu edilmediğinde hatta gebelik olmasın diye korkulduğunda bu sistem inadına hatasız bir şekilde çalışmakta, gebelik arzulandığında hatta hasretle beklendiğinde ise aksine çeşitli noktalarda hatalar oluşmaktadır. Sistem büyük bir otokontrol ile çalışmakta ve hataya izin vermemektedir. Eğer bir hata meydana gelirse gebelik baştan engellenmekte ve sağlıksız nesillerin ortaya çıkması baştan kontrol altına alınmaktadır. Bu bir şekilde doğanın kendini koruma mekanizması olarak adlandırılabilir. Nadiren hatalar sistemin kontrolünden kaçmakta ve Down sendromu gibi gebelikler oluşmaktadır. Yine koruma mekanizması devreye girmekte ve anomalili gebeliklerin çoğu kendiliğinden düşük ile sonlanmaktadır. Bu kontrolden kaçan nadir olguları da hekimler gebelik takibi sırasında yakalamaya çalışırlar.
Stresin etkisi:
Çocuk sahibi olmada gecikme süresi uzadıkça durum çift için gitgide artan bir stres kaynağı olmaktadır. Erkekler stresle baş etmede genellikle inkar veya yansıtma mekanizmalarını kullanarak problemi daha önemsiz gibi kabul etme eğilimine girerler. Kadınlar ise her ay siklus günü hesabı, ilişki zamanlaması, ovulasyon takibi ve adet kanaması – gecikmesi beklentileri içinde çok daha ağır bir stresle karşılaşırlar ve ister istemez konuyu daha çok gündemde tutan ve önemseyen partner rolüne düşerler. Bu durum üstlenmeleri gereken stresi daha da arttırır. Her ay korku ile adet kanamasını beklemek gerçekten çok zor bir durumdur. Erkeğin eşine desteği zayıf veya gebelik çabasındaki rolü daha pasif ise stres katlanarak artar. Bazı toplumlarda çocuk sahibi olamamak mutlak kadına ait bir problem gibi görülür ve bu durum stresi kabul edilemez bir hale sokabilir. Bütün bu faktörler gebelik elde etme şansını gitgide azaltır.
İlginç bir şekilde gebelik ne kadar istenmeyen ve korkulan bir durum ise o kadar kolay gerçekleşir. Aksine ne kadar özlemle beklenirse o kadar zorlaşmaktadır. Bu gerçek bize stresin üreme sistemi üzerindeki mutlak etkisini gösteren en önemli kanıttır. Keza yıllar boyunca açıklanamayan kısırlık nedeni ile çocuk sahibi olamayan bir çift tedavi sonrasında gebelik ve doğum elde ettikten sonra bir anda sihirli bir değnek değmiş gibi kendiliğinden gebelikler başlar. "Biz çocuk sahibi olabiliyormuşuz" psikolojisi bir anda daha önce gerçekleşen hata ne ise ortadan kaldırmakta ve gebelik kolaylaşmaktadır. Yine bu durum da stresin etkin rolünü çok güzel ortaya koymaktadır.
Toplumun, çevrenin çift üzerindeki baskısı da hiçbir zaman ihmal edilemeyecek bir etki göstermektedir. Çifti içinde bulundukları sosyal çevreden izole etmek mümkün değildir ve ne yazık ki hemen her zaman çevrenin etkisi olumlu değil olumsuz yönde olmaktadır. Çifti başarısızlık, yetersizlik ve eksiklik psikolojisine iter, çift bu konunun gündeme geleceği korkusu ile sosyal çevresine karşı bir reaksiyon oluşturur.
Ne var ki ne doktorların telkinleri ne de çevredeki olumlu destek veren dostların telkinleri çiftin psikolojisini desteklemeye tam olarak yetmez. Burada en önemli güç çiftin bu problemi beraber göğüslemesi, birbirini suçlamadan, destekleyerek, güç vererek bu yolda sabırla çaba göstermelidir. Hiçbir dış etken çiftin kenetlenmesinden daha güçlü bir fayda vermeyecektir.
Açıklanamayan Kısırlıkta ilk yaklaşım nasıl olmalıdır?
Bu durumdaki çiftlerin öncelikle kendiliğinden gebelik şanslarının azalmış olmakla birlikte devam ettiği önemle vurgulanarak çiftin derin karamsarlığa kapılması engellenmelidir. Keza tanı veya tedavi sürecinde bazı çiftler kendiliğinden gebelik elde etmektedirler. Bu nedenle kendiliğinden gebelik için dikkat etmeleri gereken siklus günleri, şanslarının yüksek olduğu dönemler tekrar anlatılmalıdır.
Stres faktörünün bu tabloda çok net bir etkiye sahip olduğu vurgulanmalıdır. Stresle baş edebilmenin en önemli yolu olan çiftin birbirine desteği vurgulanmalı, bu konuda cesaretlendirilmelidirler.
Siklus düzeni yeniden gözden geçirilerek gebelik açısından en şanslı dönemin hangi aralıkta olduğu belirlenir. Her ay gebelik açısından şanslı günlerin takip edilmesi bu dönemde ilişki gerekliliği bir zaman sonra çiftler arasında cinsel ilişkinin zamanlı programlı bir görev, bir zorunluluk haline dönüşmesine yol açmaktadır. Bu durum da çift arasındaki ilişkiyi kötü yönde etkilemekte, çiftler arasında cinsel işlev bozukluklarından evlilik problemlerine kadar varabilen sıkıntılar yaratmaktadır. Çift bu konuda da rahatlatılmalı, gebelik için bu döneme denk gelen tek bir ilişkide bile elde edilebileceği bilgisi verilmesi, ilişkinin bir görevden çıkartılarak çiftin mutluluğu, cinsel yönden sağlığı ve tatmini ile ilişkili bir hale kavuşması için gerekli değişiklikleri yapmaları teşvik edilmelidir.
12 ay süre ile gebelik elde edilmeyen bir çift için gerekli tetkikler yapıldıktan ve açıklanamayan kısırlık tanısı konulduktan sonra acele etmeden, panik yaratmadan ama çok da gecikmeden olası tedaviler birlikte tartışılmalıdır.
Tedavi seçenekleri nelerdir?
1. Aşılama tedavisi
Aşılamada amaç yumurta ile spermin doğru zamanda bir araya gelmesini sağlamaktır. Yumurta gelişimini uyaran haplar veya iğneler yardımı ile yumurtalıklardan bir veya iki tane yumurtanın büyümesi sağlanır. Yumurta belirli bir boyuta ulaştığında yine bir enjektabl ilaç yardımı ile çatlaması (ovulasyon) sağlanır. Bu dönem gebelik şansın en yüksek olacağı zamandır. Ovulasyon dönemi yakın bir saatte spermler alınarak yıkama işlemine tabii tutulur, aralarından en hızlı ve sağlıklı olanlar konsantre edilerek rahim içerisine verilir.
Açıklanamayan kısırlık olgularında aşılama ile gebelik şansının %15 civarında olduğunu görmekteyiz. Diğer bir deyişle aşılamaya giren her 10 çiftten bir veya ikisi gebelik elde edebilmektedir. Üç aşılama uygulaması sonrasında çiftlerin %35-40 kadarı gebelik şansına kavuşmaktadır.
Aşılama tedavisinin avantajı kolay, ucuz ve bu nedenle daha kolay tekrarlanabilir bir tedavi olmasıdır. Daha az ilaç kullanılmakta ve daha az takip gerektirmektedir. Dezavantajı ise uygulama başına gebelik şansının çok yüksek olmaması ancak tekrarlar sayesinde belirli bir seviyeye ulaşabilmesidir.
Üç aşılama tedavisi sonrasında gebelik elde edilemeyen çiftlerde tüp bebek tedavisine geçmek daha mantıklı olacaktır. Ancak bu mutlak bir kural değildir. Aşılama tedavisine başlayan bir çift istediği bir zaman tüp bebek tedavisine geçmeyi tercih edebilir. Hiçbir çift 3 aşılama için zorlanmamalıdır. Aşılama tedavisine inancını kaybetmiş bir çiftte sırf sayıyı doldurmak amacı ile tedavi tekrarı çok yanlış olacaktır.
2. Tüp bebek tedavisi:
Tüp bebek tedavisinde, aşılamaya benzer şekilde yumurtalıklar ilaçlar ile uyarılarak çok sayıda yumurta büyümesi sağlanır. Daha çok ilaç kullanımı gerektirir ve takipler daha sıktır. Yumurtalar belirli bir büyüklüğe ulaştığında ince bir iğne yardımı ile vajinal ultrasonografi eşliğinde yumurtalar alınır. Laboratuvar ortamında mikroskop altında her bir yumurtanın içerisine bir sperm yerleştirilir (mikroenjeksiyon). Elde edilen embriyolar bir süre takip edilerek içlerinden en sağlıklı 2 tanesi seçilerek anne rahmine transfer edilir.
Tüp bebek ile açıklanamayan kısırlık olgularında %55-60 oranında gebelik elde etmek mümkündür. Anne yaşı genç ise gebelik şansı artarken ilerleyen yaş ile birlikte gebelik şansı azalır.
Çok sayıda embriyo elde edildiği taktirde transfer edilmeyen embriyolar dondurularak yedek bir gebelik şansı için saklanabilir.
Tüp bebeğin dezavantajı daha masraflı olması, daha çok ilaç ve takip gerektirmesidir. Avantajı ise uygulama başına gebelik şansının daha yüksek olmasıdır.
Tedavide hangi sıra izlenmelidir?
Kısırlık süresi 4 yıldan kısa ise anne adayının yaşı da 35'in altında tedavide ilk tercih aşılama olmalıdır. Anne yaşı 35'in üzerinde ise yine ilk olarak aşılama yapılabilir ancak aşılamaların sayısı artmadan tüp bebek tedavisine geçiş düşünülmelidir. Daha çok kısa bir süre için kendiliğinden gebeliği deneyen ama başarılı olamamış bir çiftte hemen tüp bebek tedavisine sarılmak çok doğru bir yaklaşım değildir. Günümüzde tüp bebek kararının çok kolay verildiğini görüyoruz. Tüp bebek imkanı çift için her zaman korunabilir ancak öncelikle kolay tedavileri denemek, başarılı olmazsa çifti bu zahmetli yola sokmak daha iyi niyetli bir davranış olacaktır.
Kısırlık süresi 4 yıldan uzun veya anne adayının yaşı 40 ve üzerinde ise direkt tüp bebek daha akıllıca bir yaklaşım olacaktır.
Tedavi tercihlerine çift ile birlikte karar verilmelidir. Burada yanlış veya doğru yoktur. Hekim, çift ile olasılıkları tartışarak birlikte bir tedavi programı yapmalı, başarısız her tedavi sonrası bir araya gelerek yeniden bir değerlendirme yapılmalıdır.
Bu konuyla ilgili diğer makaleler:


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/kisirlik-nedenleri/aciklanamayan-kisirlik##ixzz2GZ9V4ewN

Polip Nedir? Kısırlığa Yol Açar mı?


Polip Nedir?
Polip kaynağını mukozadan alan rahim içinde veya rahim ağzında bulunan et beni şeklindeki tümörlere verilen addır. Polipler genel olarak iyi huylu tümörlerdir. Tek veya birden fazla olabilir. Bir polip saplı (mukozaya ampul şeklinde bir sapla bağlı) veya geniş tabanlı olabilir.
Polip belirtileri nelerdir? Polipler kısırlığa yol açar mı?
Polipler çoğu zaman hiç bir belirti vermez. Bu durumda çoğunlukla rutin jinekolojik muayene esnasında tesadüfen görülürler. Ancak bazen adetlerin uzun ve pıhtılı olması polip şüphesi yaratır. Adet dışındaki vajinal kanamalar da önemli bir belirtidir.
Poliplerin bir diğer önemli belirtisi de kısırlıktır. Polip rahim içinde yer kaplayan bir lezyon olarak embriyonun yerleşmesine engel olabilir.
Polip Tanısı Nasıl Konulur?
Polip tanısı en sık ultrason ile konulmaktadır. Ultrasonda rahim içini döşeyen dokunun kalın ve düzensiz olması polip şüphesi yaratır. Bu durumda sono-histerografi (SHG) denilen bir tanı yöntemi uygulanır. Bu yöntemde rahim ağzından girilen ince bir kataterle rahim içine az miktarda serum verilir. Serum rahim içini genişlettiğinden poliplerin kolayca görünmelerini sağlar. Bu yöntemin işe yaramadığı durumlarda histeroskopi ile kesin tanı koymak mümkündür.
Polip Tedavisi Nasıl Yapılır?


Daha Fazlası için Tıklayın

Vajinit: Vajinal Enfeksiyon ve Vajinal Akıntı



Normal Vajinal Flora Nasıldır?
Üreme çağındaki kadınların normal vajinal florasında pek çok aerobik ve anaerobik bakteri bulunur. Vajinada bulunan bakteri kolonisinin fonksiyonu ve nedeni bilinmemektedir ama bu bakteri türleri için üst üreme yollarına açılan bir yol olduğu bilinmektedir. Bu organizmalar canlılıklarını sürdürebildikleri ve vajinanın enfeksiyon engelleyici yeteneğinin olmadığı yerlere yerleşirler.
Vajina birçok toksik maddeden korunmak için lökosit proteaz inhibitörünü salgılar. Bu protein, dokuları toksik, inflamatuar maddelere ve enfeksiyonlara karşı korur.
Tipik olarak vajina pH'ı 4 ile 4,5 arasındadır. Sağlıklı vajina mukozasında bulunan glikojenin, vajina ekosisteminde bulunan birçok bakteri türü için besin kaynağı olduğu düşünülmektedir. Menopozdan sonra vajina epitel hücrelerinde bulunan glikojen içeriği azalmakta ve bu da vajina pH'ının değişmesine neden olmaktadır. (6-7,5 pH)
Vajinanın normal dengesi neden bozulur? Vajinit neden olur?
Az miktarda berrak veya bulanık beyaz sıvı akışı kadının vajinasında normal bir durumdur. Bu sıvı vajina dokusunu ıslak ve sağlıklı tutar. Normal durumlarda vajinada bakteriler ve mantarlar gibi çeşitli organizmalar denge içinde bulunur ve normal işlev görür. Ancak antibiyotik kullanımı, menstrüal siklus (adet döngüsü), hormonal dengedeki değişiklikler, gebelik, vajinal duşlar, menopoz, histerektomi gibi bazı faktörler vajinanın normal dengesini bozabilir. Vajina ekolojisindeki herhangi bir ögenin değişmesi çeşitli türlerin görülme sıklığını değiştirebilir. Gardnerella vajinalis, ureaplasma urealitikum gibi anaerobik türlerin, mantarların ve diğer türlerin vajinal florada aşırı artışı vajinite (vajinal enfeksiyon) neden olur.
Vajinit terimi vulvada yanma, duyarlılık ya da kaşıntıyla birlikte anormal vajinal akıntı yakınması olan kadınlardaki tanıyı ifade eder. Hastalar için jinekolog başvurularında en sık görülen nedenlerden biridir.
En sık görülen vajinit türleri nelerdir?


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/jinekoloji/vajinit-vajinal-enfeksiyon-ve-vajinal-akinti#ixzz2GUbgHvXQ

24 Aralık 2012 Pazartesi

HPV Aşısı Hayatınızı Kurtarabilir...

Dünyada her 2 dakikada bir kadın rahim ağzı kanseri nedeniyle hayatını kaybediyor. Rahim ağzı kanseri ve buna yol açan Human Papilloma Virüs (HPV) hakkında en sık sorulan sorular ve cevapları...
Rahim ağzı kanserine nasıl yakalanılır?
Rahim ağzı kanseri, human papilloma virüs (HPV) yani insan siğil virüsünün uzun süreli enfeksiyonu sonucu ortaya çıkar. Bu virüse genellikle ilk cinsel ilişkiyi takip eden birkaç yıl içerisinde yakalanılır. Kadınların çoğu HPVvirüsü temastan sonraki 12 – 24 ayda vücuttan tamamen atarlar. Ancak bazılarında virüs vücuttan atılmaz ve takip eden yıllarda rahim ağzı kanseri riski oluşturur.
Human Papilloma Virüs (HPV) nedir, nasıl bulaşır?
Human Papilloma Virüs (HPV) bulaşıcı, yaygın ve belirti göstermeyen bir virüstür. HPV'nin 100'den fazla tipi vardır. Bunların çoğu, örneğin ellerde ve ayaklarda görülen yaygın siğiller göreceli olarak zararsızdır. Yaklaşık 30 Human Papilloma Virüs (HPV) tipi genital bölgeyi etkiler. Bazı tipler rahim ağzı kanserine veya serviks (rahim ağzı) duvarında anormal hücrelere yol açabilir ve bunlar bazen kansere dönüşebilir. Diğer tipler genital siğillere ve servikste (rahim ağzında) iyi huylu (anormal fakat kansere yol açmayan) değişikliklere neden olur.
Human Papilloma Virüs (HPV) cinsel yoldan bulaşır; virüs taşıyan biriyle sadece bir kez genital temas ile bu virüsü alabilirsiniz. Prezervatifin kaplamadığı genital bölgelerden de bulaşabileceğinden prezervatif bu hastalığa karşı tam bir koruma sağlamaz. 
HPV'ye yakalandığımı nasıl anlayabilirim?
Kadınların çoğu anormal Pap testleri sonucunda HPV'ye yakalandıklarını öğrenir. Pap Smear testi jinekolojik muayenenin bir parçasıdır ve serviks (rahim ağzı) duvarındaki anormal hücrelerin kanser öncülleri veya rahim ağzı kanserine dönüşmeden saptanmasına yardımcı olur. Jinekoljik muayene ve Pap smear testi 25 yaşından sonra her yıl düzenli olarak yapılmalıdır.
Rahim ağzı kanserinin yaygınlığı ne kadardır?
Tüm dünyada rahim ağzı kanseri, kadınlarda görülen ikinci en yaygın kanserdir (meme kanserinden sonra). Dünya Sağlık Örgütü güncel olarak tüm dünyada 2 milyondan fazla kadında rahim ağzı kanseri olduğunu ve her gün 650'den fazla kadının rahim ağzı kanseri nedeniyle hayatını kaybettiğini tahmin etmektedir. Her yıl 490,000 yeni rahim ağzı kanseri olgusuna tanı koyulur. Rahim ağzı kanseri tanısı koyulan tüm kadınların yaklaşık %50'si 35-55 yaşları arasındadır.
Rahim ağzı kanseri öldürücü müdür?
Rahim ağzı kanserine yakalanan kadınların üçte biri ölür. Dünyada her 2 dakikada bir kadın rahim ağzı kanseri nedeniyle ölmektedir.
Human Papilloma Virüs (HPV) başka nelere neden olur?
HPV genital bölgede oluşan siğillere, kanser öncesi oluşumlara, vulva kanserine, vajina kanserine, baş-boyun kanserlerine ve anüs kanserlerine neden olur. Bazen de anne karnından çocuğa geçerek, çocukta solunum yolunda çıkan siğillere neden olur.
HPV'den nasıl korunmalıyım?
Rahim ağzı kanseri aşısı olarak bilinen HPV aşıları, HPV ile ilgili hastalıkların önemli bir bölümüne karşı daha bu hastalıklar oluşmadan büyük oranda koruma sağlar. Her aşıda olduğu gibi, bu aşı da hastalığa yakalanmadan önce yapılması gereken, koruyucu bir aşıdır. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de iki çeşit HPV aşısı mevcuttur. Her iki aşı da HPV Tip 16 ve Tip 18'e bağlı rahim ağzı kanseri ve ilgili oluşumları önlemede yüksek etkinlik göstermiştir.
Human Papilloma Virüs (HPV) aşısıyla ilgili neler bilmemiz gerekir?
-İdeal olanı aşının ilk cinsel ilişki öncesi yapılmasıdır. İlk cinsel ilişki yaşı sosyo-ekonomik ve kültürel şartlara bağlı olarak değişebileceğinden aşı için en iyi yaş aralığı 14 yaş civarı olarak tespit edilmiştir. Ancak cinsel ilişki sonrasında aşının yapılmasında herhangi mahsur yoktur ve koruyuculuğu vardır. Son araştırmalar aşının 55 yaşa kadar koruyuculuğu olduğunu göstermektedir. Daha önce virüs enfeksiyonu tespit edilmiş olan kadınlarda da virüs yeterli bağışıklık bırakmadığından aşı yapılması tavsiye edilir.
-HPV aşıları güvenlidir, canlı virüs içermezler, bu nedenle hastalığa neden olması mümkün değildir.
-HPV aşıları Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere Türkiye ve dünyada önde gelen birçok kurum tarafından önerilmektedir.
-Amerika, Avustralya ve Avrupa'daki birçok ülkede zorunlu aşı programına dahil edilen aşı, ülkemiz de dahil 110'dan fazla ülkede onay alarak uygulanmaktadır.
-Aşılar 3 doz olarak, 6 aylık süre içinde koldan uygulanmaktadır.


23 Aralık 2012 Pazar

Aşılama Nedir? Aşılama Nasıl yapılır?



Nedeni bilinmeyen kısırlık vakalarında, doğal yollarla bebek sahibi olamayan genç çiftlerde gerçekleştirilen ilk uygulama aşılamadır (artifisiyel inseminasyon). Aşılama erkekten alınan spermin, kadının vajinasına bırakılması ile uygulanan bir yöntemdir.
Bebek sahibi olmada güçlük çeken ve 1 yıl korunmasız ilişkiye rağmen gebe kalamayan çiftlerde kısırlık (infertilite) problemi söz konusu olabilir. Bu problemin araştırılmasında ilk aşama, erkekte sperm analizi, kadında hormon tetkikleri ve rahim filmidir. Bu tetkiklerin hepsinin normal çıktığı ve altta yatan bir problemin bulunamadığı genç hastalarda aşılama (bilimsel adı ile artifisiyel inseminasyon) ilk uygulama olmalı.
Aşılama (İntrauterin inseminasyon-IUI) spermleri, kadın üreme sistemi içine, cinsel ilişki dışında herhangi bir yöntemle bırakma işlemidir. 
Aşılamada uygulanan sperm yıkaması etkiyi artırır. Yıkanmış yani bir takım kimyasal maddeler ile muamele edilmiş meni yine özel kanüller ve enjektörler yardımıyla direkt olarak rahim içine verilir. 
Aşılamanın Nasıl Yapılır?
Başarılı bir aşılama (inseminasyon) için bazı şartlar vardır. Aşılama yapmak için öncelilikle spermin dölleyebileceği bir yumurta olmalı. Yani kadında yumurtlama (ovülasyon) problemi bulunmamalı. Yumurtlama bozukluklarda kadında önceden yumurtlamayı uyarıcı ilaçlar kullanılarak (kontrollü ovarian hiperstimülasyon) ve çatlatma iğneleri yardımıyla bu sorunun üstesinden gelinir. İkincisi tüpler yumurta ve spermin buluşmasını sağlayabilmeli. Aşılama yapmadan önce rahim filmi tüplerin açık olduğunu göstermeli.
Ayrıca erkeğin sperm analizi sonuçları normal ya da en azından normale yakın olmalı. Menisinde hiç sperm olmayan ya da çok az sperm bulunan kişilerde aşılama (inseminasyon) fayda sağlamaz.
Aşilama yapılabilmasi için son olarak oluşan bir gebeliğin tutunmasını engelleyecek endometrial (rahim içini döşeyen zarda) bir patoloji olmamalı.
Aşılama hangi durumlarda yararlı olur?
- Normal cinsel ilişkinin mümkün olmadığı durumlara
- Sperm hareketliliğinin az olduğu hallerde
- Servikal faktörün (kadının rahim ağzında oluşan salgının erkeğin spermine hareket kabiliyeti sağlayamadığı durum) bozuk olduğu durumlarda
- Anti sperm antikorların varlığında 
- Aşılamanın (inseminasyonun) normal cinsel ilişkiye olan üstünlüğü servikal faktörü ortadan kaldırması ve spermlerin kat etmesi gereken yolu azaltması. Bazı durumlarda rahim ağzından salgılanan sıvı spermlerin rahim içine geçişine engel olabilir. Aşılama (inseminasyon) bu gibi durumların varlığında önemli avantajlar sağlar.
Aşılama yöntemi nasıl yapılır?


Daha Fazlası için Tıklayın

22 Aralık 2012 Cumartesi

Meme Kanseri Riskini Azaltmak İçin Düzenli Egzersiz



Yapılan pek çok araştırma, düzenli olarak haftada 4-7 saat, orta veya yüksek düzeyde egzersiz yapmanın meme kanseri riskini düşürdüğünü gösteriyor.
Amerikan Kanser Derneği ve pek çok doktor meme kanseri teşhisi konan hastalarına da, hastalığın tekrarlama riskini azaltmak için düzenli olarak haftada 4-5 saat egzersiz yapmalarını öneriyor.
Egzersiz yapmak kan şekerini düzenleyerek kandaki insülin benzeri büyüme faktörlerinin belli bir seviyede kalmasını sağlıyor. İnsülin benzeri büyüme faktörleri meme hücrelerinin büyümesini ve davranışını da etkileyen bir hormon. Düzenli egzersiz yapan kişiler genel olarak daha sağlıklı oluyor ve sağlıklı bir kiloda kalabildikleri için yağ oranları egzersiz yapmayan kişilere göre daha düşük. Yağ hücreleri östrojen üretiyor ve fazla yağ hücresi demek fazla östrojen üretimi demek. Meme hücreleri uzun süreli olarak fazla miktarda östrojene maruz kaldıklarında ise meme kanseri oluşma riski daha yüksek oluyor.
Amerika'da yapılan yeni bir araştırmaya göre çok hafif bile olsa günde 2 saat egzersiz yapan kadınların meme kanserine yakalanma riski, egzersiz yapmayan kadınlara göre %30 daha düşük! Ancak, menopozdan sonra çok miktarda kilo almak, bu olumlu etkiyi yok ediyor. 25 Haziran 2012'de yayınlanan bu araştırma meme kanseri teşhisi konmuş 1504 kadın ve meme kanseri teşhisi konmamış 1555 kadın üzerinde yapılmış. Kadınların yaşları 20 ile 98 arasında değişiyor.


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/jinekoloji/meme-kanseri-riskini-azaltmak-icin-duzenli-egzersiz##ixzz2FnADblGe

18 Aralık 2012 Salı

Tüp Bebekte Kullanılan Kanıta Dayalı Olmayan Tedaviler


Tüp bebek tedavilerinde gerek tüp bebek aşamalarında gerek tüp bebek ilaç ve protokollerinde ve gerekse laboratuvar uygulamalarında son yıllarda elde edilen gelişmelerle başarı oranı artmaktadır. Ancak tüp bebek tedavisindeki bütün bu gelişmelere rağmen başarı oranı hala istenilen düzeyde değildir.
Bazı kısır çiftler tüp bebek yöntemleriyle hala çocuk sahibi olamamaktadır. Bu sebeple, tüp bebek tedavisinin başarı oranlarını artırmak için yardımcı bir çok ilaç ve tedavi yöntemi kullanılmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak bir çok çalışma yapılmasına rağmen bu yöntem ve ilaçların bir çoğunun faydası konusunda kesin veriler yoktur.
Ancak üreme sağlığı konusunda bilinenlerin bilinmeyenlerden çok daha az olması, bu deneysel olması gereken yöntemlerin tedavide gerekli verileri elde etmeden kullanılmasına yol açmaktadır. Bir çok tüp bebek merkezinde uygulanan bu kanıta dayalı olmayan tedavilerin bazıları şunlardır:
-Kan pıhtılaşmasını azaltan ilaçlar (heparin, Aspirin),
- Embryo Glue (embryo yapıştırıcısı),
-Antioksidan kullanımı
- Embryo transferi sonrasında destekleyici tedavi zamanlaması,
- Viagra,
- Magnetik sperm seçimi (sperm mıknatısı),
- Ko-Kültür (yapay rahim),
- Lenfosit aşısı,
- DHEA.
Aspirin ve Heparin Kullanımı
Tüp bebek tedavisi esnasında aspirin tüp bebek merkezleri tarafından yaygın olarak kullanılan bir ilaçtır. Ancak etkinliği ve hangi durumlarda etkili olduğu bilinmemektedir.
Aspirin tıpta uzun yıllardan beri kullanılmaktadır. Aspirinin ağrı kesici ve ateş düşürücü etkisinin dışında başka faydalı etkilerinin de olduğu tespit edilmiştir. Kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir ilaç olması nedeniyle son yıllarda bu alanda da özellikle kardiyolojide kullanılmaktadır.
Yapılan çalışmalar tekrarlayan gebelik kayıplarının en önemli nedenlerinden birisinin "anti fosfolipid sendrom" olduğunu göstermektedir. Bu sendromda, pıhtılaşma mekanizması bozularak kılcak damarlar içerisinde mikroskobik pıhtılar oluşmakta ve gelişmekte olan fetusa giden kan akımını azaltarak ölümüne sebep olmaktadır.
Anti fosfolipid sendromunda düşük doz aspirin veya heparin kullanımının olumlu sonuçlar verdiği ve canlı doğum oranını artırdığı tespit edilmiştir.
Diğer yandan tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında aspirin ve heparinin faydalı olduğunu gösteren çalışmalar olsa da bunun tersini gösteren çalışmalar da vardır. Şimdiye kadar bu konuda yapılan çalışmaların hepsine bakıldığı takdirde düşük doz aspirin kullanımının tüp bebek ve mikroenjeksiyon durumlarında klinik gebelik oranlarını artırmadığı gibi düşük ve dış gebelik oranlarını da değiştirmediği gözlenmektedir. Bu sebeple tüp bebek ve mikroenjeksiyon uygulamalarında düşük doz aspirin kullanımı canlı doğum için pozitif bir etkiye sahip değildir ve bu durumlarda rutin olarak kullanılmamalıdır. Bu bilimsel kanıtlar sonucunda başarısız tüp bebek tedavileri sonrasında pıhtılaşma faktörleri ile ilgili problem varsa, aspirin ve heparin tedavisinin faydalı olabileceği ve gebelik oranlarını artıracağını söyleyebiliriz.
Ancak günümüzde böyle bir problem olsun veya olmasın tüp bebek gebeliklerinde aspirin yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu konuda yapılan kapsamlı araştırmaların çoğunda, tüp bebek sonrası oluşan gebeliklerin seyrinde olumlu bir etkisi olmadığı sonucuna varılmıştır. Bütün bu verilerin ışığında tüp bebek tedavisinde rutin aspirin veya heparin kullanımının hiç bir faydası olmadığını söyleyebiliriz.


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/tup-bebek/tup-bebekte-kullanilan-kanita-dayali-olmayan-tedaviler##ixzz2FLi9xD6g

17 Aralık 2012 Pazartesi

Tüp Bebek Tedavisinde Yumurta Toplanamaması



Tüp bebek tedavisi sırasında, yumurta toplama aşamasında karşılaşılabilecek sorunlardan biri Boş Folikül Sendromu'dur. Bu durumu açıklamak için 3 örnek vaka üzerinde duracağız:
Vaka 1
Polikistik over sendromuna bağlı 3 yıllık kısırlık geçmişi olan bir çift (kadın 28 yaşında). Diğer tedavilerle hamile kalamayınca çifte tüp bebek tedavisi önerildi. Önce uzun protokol ile baskılama uygulandı ve daha sonra 12 gün boyunca günde 150 ünite rekombinant gonadotropin kullanılarak yumurtalıklar uyarıldı. hCG enjeksiyonunun uygulanacağı gün çapları 16 mm'nin üzerinde 9 folikül vardı ve en büyüğü 20 mm'di. Hastaya 10.000 ünite kas içine hCG enjeksiyonu yapması söylendi ve 36 saat sonra vajinal ultrason ile yumurta toplama yapıldı. Defalarca yıkama yapılmasına rağmen hiç yumurta bulunamadı.
Vaka 2
Kadının tüplerinin tıkalı olmasına bağlı 5 yıllık kısırlık geçmişi olan bir çift (kadın 34 yaşında). Bu çifte daha önce farklı tüp bebek merkezlerinde 3 tüp bebek tedavisi yapılmıştı ancak foliküller gelişmesine rağmen hiç yumurta toplanamamıştı.
Vaka 3
Tubal hastalığa bağlı 4 yıllık kısırlık geçmişi olan bir çift (kadın 24 yaşında) Çifte tüp bebek tedavisi önerildi. Önce uzun protokol ile baskılama uygulandı ve daha sonra 11 gün boyunca günde 150 ünite rekombinant gonadotropin kullanılarak yumurtalıklar uyarıldı. hCG enjeksiyonunun uygulanacağı gün, çapları 16 mm olan 13 folikül vardı. (6'sı sağ yumurtalıkta 7'si sol yumurtalıkta) Hastaya kas içine 10.000 ünite hCG enjeksiyonu yapması söylendi ve 36 saat sonra yumurta toplama işlemi yapıldı. Sağ overdeki tüm foliküller aspire edildi ama defalarca yıkamaya rağmen hiç yumurta bulunamadı.
Boş folikül sendromu nedir ve neden olur?
Kontrollü over stimülasyonundan (tüp bebek aşamalarından yumurtalıkların uyarılması) sonra normal folikül gelişimi olmasına rağmen, defalarca yıkama yapıldığı halde foliküllerden yumurta elde edilememesi durumuna boş folikül sendromu (BFS) adı verilir.
Tüm tüp bebek tedavilerinin %0,5-2'sinde bu durum görülür. BFS genellikle bağımsız vakalar halinde olmakla birlikte, üstüste tekrar ettiği durumlar da bildirilmiştir.
Tüp bebekte LH salgısı yerine human chorionic gonadotropin (hCG) uygulanır. Bunun yumurtlama öncesi folikülün içinde gelişen süreç üzerinde iki önemli etkisi vardır. hCG, mayoz bölünmenin kaldığı yerden devam etmesini ve yumurtanın olgunlaşmasını tetikler. Aynı derecede önemli bir fonksiyonu da bağ dokusunun yumuşamasını sağlayarak, yumurta-kümülüs kompleksinin folikül duvarından ayrılmasını kolaylaştırmaktır. Yumurta-kümülüs kütlesi genellikle foliküler sıvının içine düşer ve yumurta toplama sırasında aspire edilir. Eğer herhangi bir nedenle hCG bu fonksiyonunu yerine getiremezse, yumurta-kümülüs kompleksi folikül duvarına sıkıca tutunmaya devam eder ve aspire edilen foliküler sıvının içinde bulunmaz. Genelde BFS'nun altında yatan mekanizma budur. Çoğu durumda bu, hCg'nin biyolojik yetersizliğinden veya mevcut hCG'nin yetersiz biyolojik aktivitesinden kaynaklanır.
hCG'nin yanlış zamanlaması veya verilen hCG'nin etkisini kaybetmiş olmasına bağlı olarak, karaciğerden çabuk atılması da bunun muhtemel sebeplerinden biri olarak gösterilmiştir. Özellikle ileri yumurtalık yaşlanması olan kadınlardaki sağlıksız yumurta gelişimi, yeterli düzeyde hCG'ye rağmen olgun yumurtalardaki biyolojik anomaliler ve genetik faktörler de muhtemel etyolojik sebepler olarak ortaya atılmıştır.
Boş folikül sendromu için ne gibi çözümler mevcuttur?


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/tedavideki-hastalar/yumurta-toplanamamasi#ixzz2FLGubLTI

10 Aralık 2012 Pazartesi

Hamilelikte Şeker Hastalığı (Gestasyonel Diyabet)


Hamilelikte şeker hastalığı (gestasyonel diyabet) şeker hastalığının ilk kez hamilelikte ortaya çıkmasıdır. Bu durum hamilelerin %4'ünde görülür.
Hamilelik diyabeti nedir ve neden olur?
Tüm hamile kadınlarda hormonal değişikliklere bağlı olarak hamilelik boyunca devam eden bir insülin direnci vardır. Bunun sonucu olarak hamilelik esnasında kan şekeri ortalama seviyesi hamilelik dışındaki seviyeye göre daha yüksek seyreder. Ancak bu seviye yine de normal sınırlar içinde kalır. Bazı kadınlarda ise hamileliğin son 3 ayında bu hormonal değişiklikler kan şekerinin normal sınırların üzerine çıkmasına, yani hamilelik diyabetine neden olur.
Hamilelik boyunca plasentadan salgılanan hormonlar besinlerin anneden bebeğe geçişini kolaylaştırır. Plasentadan salgılanan bu hormonlar aynı zamanda annenin kan şekerinin düşmesini engeller. Bu etkiyi insülinin kan şekerini düşürme etkisini engelleyerek yapar. Buna karşılık olarak da hamilelik boyunca pankreas daha fazla insülin üretmeye başlar. Normal koşullarda pankreas gebelik hormonlarının kan şekerini yükseltici etkisine karşı koyabilmek için daha fazla insülin üretebilecek kapasitededir. Pankreasın hamileliğin kan şekerini yükseltici etkisine karşılık yeterince insülin üretemediği durumlarda şeker hastalığı ortaya çıkar.
Hamilelik diyabetinin komplikasyonları nelerdir?
Erken gebelikte şeker hastalığı düşük ve ve bebekte anomali riskini artırır. Bu anomalilerin bir çoğu beyin ve kalp gibi hayati organları ilgilendirir.
Hamileliğin son altı ayında yüksek kan şekeri bebeğin fazla beslenmesine ve aşırı kilo almasına neden olur. Bebeğin iri olması doğum komplikasyon oranını artırır. İri bebeklerde sezaryan oranı daha fazladır. Normal doğumda ise bebeğin omuz takılması gibi önemli komplikasyonlar daha fazla görülür.
Doğum sonrasında anneden geçen fazla insüline bağlı olarak bu bebeklerde hipoglisemi yani kan şekerinin düşmesi sıklıkla görülen bir durumdur.
Bütün bunlara rağmen doğru bir tedaviyle diyabetli anneler sağlıklı ve normal bir bebek sahibi olabilir.
Kimler hamilelik diyabetine adaydır?
Hamilelikte şeker hastalığının ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörler şunlardır:
-Hamileliğe fazla kiloyla başlamak (ideal kilonun %20 üzerinde olmak)
-İnsülin direnci olması
-Ailede diyabetli bireyler olması (anne, baba, kardeş vs...)
-Daha önce 4 kilo ve üzeri çocuk doğurmuş olmak
-Daha önce ölü doğum yapmış olmak
-Daha önceki hamileliklerde hamilelik diyabeti geçirmiş olmak
-Bebeğin suyunun fazla olması (polihidramnios)
Ancak hamilelik diyabeti görülen birçok kadında bu faktörlerin hiç birine rastlanılmadığını da belirtmek gerekir.
Hamilelik diyabeti tanısı nasıl konur?
Yüksek risk grubundaki kadınları hamilelikleri esnasında mümkün olduğu kadar erken dönemde araştırmalara tabi tutmak gerekir. Yüksek riski olmayan kadınlara ise hamileliğin 24-28. haftaları arasında şeker yükleme testi yapılır.
Şeker yükleme testi açlık gerektirmeyen bir tarama testidir. Normal bir yemekten yaklaşık 2 saat sonra 50 g. glukoz içeren bir sıvı hızlı bir şekilde içilir. Bir saat sonra kandaki şeker seviyesine bakılarak tanı konur. Kandaki şeker seviyesinin 140 mg/dl.'in üzerinde çıktığı durumlarda gerçek yükleme testi olan 100 g. yükleme testini yapmak gerekecektir. 50 g.şeker yükleme testinin anormal çıkması durumunda gerçek yükleme testinin (100 g yükleme - OGTT) anormal çıkması yani hamilelik diyabeti olması ihtimali %30 civarındadır. OGTT uygulanmadan önce anne adayına üç gün, 300 gr karbonhidrat içeren beslenme programı verilir. Hamile bu evrede normal günlük aktivitesine devam edebilir. Üçüncü gün akşamından sonra anne adayının 12 saat aç kalması gerekir. Ardından sabah aç karnına kanı alındıktan sonra 100 gr glikoz 5 dakika içinde içilir. Glikoz verildikten sonra birinci, ikinci ve üçüncü saatlerde glikoz (kan şekeri) için hamileden kan örneği alınır.
100 gr oral glikoz testi (OGTT) normal değerleri:
Açlıkta >95mg/dl
1.saattte >180mg/dl
2.saatte >155mg/dl
3.saatte >140mg/dl
Yukarıda belirtilen 4 değerden 2 veya daha fazlası normalin dışında ise hamilelik diyabeti (gestasyonel diyabet) tanısı konur.
Sonuçlarda sadece tek değerin yüksek olması durumunda ise testin bir ay sonra tekrar edilmesi uygun olur. Eğer 50 gr şeker yükleme testi sonucu 190 mg/dl'den yüksekse, 100 gr OGTT yapılmasına gerek kalmadan açlık glikoz düzeyine bakılması yeterli olur. Test sonucunda açlık kan glikozu 95mg/dl'nin üzerinde çıkarsa anne adayında gestasyonel diyabet olduğu kabul edilir ve tedaviye başlanılır.
Hamilelik diyabeti nasıl takip edilir?
–Sabah kahvaltısından önce, 2 saat sonra ve her yemekten önce olmak üzere kandaki şeker düzeyini günde 4 kez takip etmeniz gerekir. Bu amaçla diyabet hastalarının kullandığı evde kullanılabilen aletlerden edinmek gerekecektir.
-İdrarda keton ve asit olması diyabetinizin kontrol altında olmadığını gösterir.
-Doktorunuzun önerdiği diyete harfiyen uymak çok önemlidir.
-Doktorunuzun önerdiği egzersizlerin yapılması gereklidir.
-Kilo alımınızı takip etmelisiniz.
-Gerekirse doktorunuzun önerdiği insülin tedavisine uymalısınız. Günümüzde insülin hamilelik esnasında kullanılabilen tek diyabet ilacıdır. İnsülin yüksek molekül ağırlığı nedeniyle plasentadan bebeğe geçmez.
-Tansiyonunuzu yakından takip etmelisiniz.
Kan şekeri seviyesini nasıl takip edebilirsiniz?
Kandaki günlük şeker seviyelerinin takip edilmesi, diyabetin egzersiz ve diyetle kontrol altına alınıp alınmadığını anlamak için yapılır. Parmak ucundan alınan bir damla kanla kendi kendinize yapacağınız bu testte çıkan değerlerin açlıkta 95mg/dl ve yemekten 2 saat sonra 120 mg/dl değerinin üzerine çıkmaması gerekir. Eğer alınan önlemlere rağmen bu değerlerin üzerinde çıkıyorsa insülin tedavisi gereklidir.
Hamilelik diyabeti için ne zaman insülin kullanmalıyım?
Kandaki şeker değerlerinize göre doktorunuz size insülin tedavisi önerebilir. İnsülin vücutta pankreastan salgılanan ve kandaki şeker seviyesini belli aralıklarda tutan bir hormondur. İnsülin cilt altına enjeksiyon yoluyla gün içinde bir kaç kez verildiğinden, bu enjeksiyonun kendi kendinize nasıl yapılacağını öğrenmeniz gerekecektir. İnsülin enjeksiyonu için kullanılan iğneler çok ince olduğundan kendinize bu enjeksiyonu yapmanız oldukça kolay ve acısızdır. Genellikle karın veya bacak derisini iki parmağınızla kıstırıp, ince iğneyi buraya batırmanız yeterlidir. Derinizi parmaklarınızla sıkıştırdığınız zaman hissettiğiniz acı iğnenin girişinden daha fazladır. Bu nedenle kendi kendinize iğne yapmanın korkulacak bir yanı yoktur.
Hamilelik ilerledikçe plasenta daha çok gebelik hormonu salgılayacağı için insülin ihtiyacı da artacaktır. Bu nedenle insülin tedavisi esnasında kan şekeri takip edilmeli ve doktorunuzun önerisine göre insülin dozu artırılmalıdır.
İnsülin tedavisi esnasında yeterince yememe, öğün atlama, zamanında yememe veya alışılmışın dışında fazla hareket nedeniyle kan şekeri normal değerlerin altına düşebilir. Hipoglisemi adı verilen bu durumun belirtileri şunlardır:
-Baş dönmesi
-Soğuk ter
-Yorgunluk hissi
-Ani açlık hissi
-Baş ağrısı
Hipoglisemi derhal tedavi edilmesi gereken ciddi bir durumdur. Kan şekeriniz 60 mg/dl.nin altına düştüğü durumlarda kan şekerinizi yükseltmek için şekerli yıyecek veya içecekler almanız gerekir (yarım bardak portakal veya elma suyu, 1 bardak süt, 4-6 parça şeker, 1 yemek kaşığı bal vs...). Bu önlemi aldıktan 15 dakika sonra kan şekerini tekrar kontrol etmek gerekir. Eğer kan şekeriniz hala 60 mg/dl.nin altındaysa yukarıda belirtilen tedbirleri tekrardan almak gerekir. Eğer son yemeğinizden sonra 45 dakikadan fazla geçmişse yeni bir hipoglisemiyi engellemek için ekmekle birlikte proteinli bir şeyler yemek doğru olur.
Hamilelik diyabetinde günlük diyet nasıl olmalıdır?
Kan şekerini sabit tutmak için mutlaka günlük diyet 3 ana öğün ve 2 veya 3 ara öğüne bölünmelidir. Bu öğünlerin düzenli olması ve atlanmaması önemlidir. Günlük diyetin %40-45'i karbonhidrattan oluşmalı. Sabah kahvaltısında ve yatmadan önce 15-30 g. karbonhidrat alınması tavsiye edilir.
Eğer sabahları mide bulantınız oluyorsa yataktan kalkmadan önce bir kaç parça kraker sizi rahatlatacaktır. Az ve sık yemek, yağlı ve kızarmış besinlerden kaçınmak faydalı olacaktır.
Hamilelik boyunca liften zengin tam buğday ekmeği, tahıl gevreği, makarna, meyva ve sebzeden zengin bir diyet tercih etmek gerekecektir. Öte yandan her hamile kadının da günlük 20-35 g lif alması gerekli.
Günlük diyetin en fazla %40'ı yağlardan gelmeli. Bunun da en fazla %10'u doymuş yağlardan oluşmalıdır.
Günde en az 8 bardak sıvı almalısınız.
Ne kadar egzersiz hamilelikte güvenlidir?
Hamilelik boyunca düzenli yapılan spor bir yandan hamile kadının duruşunu düzeltirken diğer yandan da bel ağrısı ve yorgunluk gibi sık görülen hamilelik yakınmalarının önüne geçer. Hamilelik diyabeti olan hastaların egzersiz programları için doktorlarına danışmaları yerinde olur. Kan şekerinin düşmesini engellemek için doktorunuzun verdiği programın dışına çıkmamanız gerekir.
Spor yapmadan 30 dakika önce 15 g. karbonhidrat alınması gerekir. Eğer egzersiziniz ile son yediğiniz yemek arasında 2 saatten fazla süre varsa egzersize başlamadan önce bir ara öğün yemelisiniz.
Kilo alımı nasıl olmalı?
Hamilelikte alınabilecek kilo miktarı hamile kadının hamilelik öncesi kilosuna bağlıdır. Hamilelik boyunca dengeli ve sağlıklı beslenmek bebeğinizin sağlıklı olmasına yardımcı olacaktır.
Hamilelik boyunca günlük kalori miktarını 200-300 kcal artırmak yeterlidir. İki kişilik yemenin anlamı iki yetişkin için yemek gerekir şeklinde algılanmamalıdır. Hamilelik boyunca 12-15 kilo arası almak normal kabul edilir. Ancak doktorunuz durumunuza göre daha fazla veya daha az kilo almanızı tavsiye edebilir.
Genel olarak ilk 3 ayda 1-2 kilo almanız ve sonraki aylarda da haftada en fazla 350-400 g. almanız önerilir.
Bebek: 3500 g
Plasenta: 1000-1500 g
Amnion sıvısı: 1000-1500 g
Gögüs dokusu: 1000-1500 g
Kan sıvısındaki artış: 3000 g
Yağ deposu: 2000-3000 g
Rahim: 500-1000 g
Toplam: 12000-15000 g
Annede hamilelik diyabeti olduysa doğum sonrası bebeğin bakımı nasıl olur?
Bebeğinizin kan şekeri düzeyi doğumdan hemen sonra ölçülecektir. Eğer kan şekeri düşükse ağızdan veya damardan verilen şekerli serumlarla kan şekeri yükseltilir. Doğumdan sonraki ilk saatlerde diyabetli anneden doğan bebeklerde kan şekeri düşme eğilimi gösterdiğinden bir süre yoğun bakımda gözlem altına almak tercih edilebilir.
Diyabetli annelerden doğan bebeklerde yeni doğan sarılığının görülme sıklığı da daha yüksektir. Bu tip sarılık tedavi edildiğinde bebek için zararsızdır. Tedavide ultraviyole ışık kullanılır.
Hamilelik diyabeti bebeğin diyabetli olmasına yol açar mı?
Bu bebeklerin erişkinlikte daha sık diyabet hastası oldukları bildirilmiştir.
Doğumdan sonra diyabetli mi olacağım?
Genel olarak doğumdan sonra plasentanın ürettiği hamilelik hormonları kaybolacağından kan şekeri seviyeleri 6 haftada normale döner. Bu süre içinde kan şekerinizi ölçmeniz ve doktorunuzla paylaşmanız gerekir.
Hamileliğinde diyabet olan kadınların %60'ının ilerleyen yaşlarda tip 2 diyabet hastası olduğu bilinmektedir. İdeal kiloda kalmak, dengeli ve düzenli beslenmek, düzenli spor yapmak ileride diyabet hastası olma olasılığınızı azaltır.
Son olarak önceki hamileliğinde hamilelik diyabeti geçiren kadınlar, sonraki hamileliklerinde de %50 hamilelik diyabeti geçirme riski taşırlar. Bu nedenle hamilelik planlamadan önce kontrol altına girmek, yaşam şeklinizi bu riske uygun olarak değiştirmek doğru olacaktır.


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/hamilelik-ve-dogum/hamilelikte-seker-hastaligi-gestasyonel-diyabet#ixzz2EgX5LShG

hurlist