26 Kasım 2012 Pazartesi

Tüp Bebek'te Kadını 10 Yaş Gençleştiren Yeni Yöntem!



Kromozom Taraması Yaşı İleri Kadınlarda Tüp Bebek Başarısını Artırabilir...
Geçtiğimiz ay ABD'nin San Diego kentinde yapılan Amerikan Üreme Sağlığı Derneği (ASRM) kongresinde sunulan klinik bir denemenin sonuçları yeni bir kromozom tarama yönteminin tüp bebek uygulamalarında ileri yaşta anne olmak isteyen kadınların hamile kalma olasılığını artırdığını gösteriyor.
Bu yeni teknikte, tüp bebek tedavisi ile elde edilen embryolar öncelikle CCS (Comprehensive Chromosome Screening - Genişletilmiş Kromozom Taraması) yöntemi ile önemli kromozom anomalilerin saptanması için test ediliyor. Bunun için embryolardan yaklaşık 100 hücreden oluştukları blastokist evresinde numuneler alınıyor.
CCS, embryoların her birinde anne ve babadan 23'er olmak üzere toplam 46 normal kromozom olup olmadığını test ediyor. Genetik olarak normal olan embryolar anne rahmine transfer edilmeden önce sonradan çözülmek üzere 1-2 ay boyunca dondurulmuş olarak saklanıyor. Bu saklama dönemi, kadının tüp bebek tedavisi nedeniyle bozulan hormonal dengesinin normale dönmesine zaman tanıyor.
60 hasta üzerinde yapılan randomize kontrollü bir denemede, bu yeni teknik ile embryo kalitesinin sadece mikroskop altındaki görüntülerine bakılarak belirlendiği standard embryo tarama yöntemi karşılaştırıldı.
Araştırmacıların ifadesine göre CCS tekniği, yaşları 38-42 arasında değişen bir grup hastanın hamilelik başarı oranlarını %33'ten %61'e çıkardı.
Ayrıca araştırmacılar, CCS ile taranan embryoların transfer edildiği kadınların hiçbirinin ilk 3 ayda düşük yapmadığını, standart tarama ile test edilen embryoların transfer edildiği 30 kadının ise 6'sının ilk 3 ayda düşük yaptığını belirttiler.
Bu çalışmaya göre 38-42 yaşları arasındaki bir kadının embryosu normal kromozom sayısına sahipse, hamilelik başarı oranı kadının yaşına bağlı değil. Yani 32 yaşında bir kadının hamilelik başarı oranı ile aynı orana sahip (%60).
Kadının yaşı ilerledikçe, anormal sayıda kromozoma sahip bir embryo üretme (anöploidi adı verilen bir durum) olasılığı artmaktadır. 40 yaşına geldiğinde bir kadının embryolarının %75'i anöploiddir ve bu durum düşük yapma olasılığını artırdığı gibi doğacak çocuklarda Down Sendromu gibi kromozom anomalilerinin ortaya çıkma riskini de artırmaktadır.
Amerikan Hastanesi Tüp Bebek Ünitesi Laboratuvar sorumlusu ve Dünya Üreme Sağlığı Bilim İnsanları Derneği (ALPHA) başkanı Biolog Başak Balaban uygulanmaya başlanan yeni tekniğin ileri yaştaki kadınlarda tüp bebek ile gebelik oranlarını yükseltmesi ve tekrarlayan denemelere rağmen başarısız olan çiftlerde başarısızlığın nedenlerine ayna tutmasının beklendiğini bildirdi.
Bio.Balaban yeni tekniğin rutin uygulamasına başlandığını, bu tekniğin değerlendirilmesindeki bir sonraki adımın, doğan çocukların durumlarını da inceleyen daha geniş kapsamlı bir araştırma olmasının beklendiğini belirtti. Balaban sonuçların doğrulanması için hala araştırmalara devam edilmesi gerektiğini belirtirken, CCS'in, kısırlık tedavileri ve tüp bebekte yeni bir devrim yaratma potansiyeline sahip olduğunu ekliyor.


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/tup-bebek/tup-bebekte-kadini-10-yas-genclestiren-yeni-yontem#ixzz2DLfEdgMp

25 Kasım 2012 Pazar

Sezaryen Hangi Durumlarda Tercih Edilmeli?


Sezaryenin sadece riskli durumlarda tercih edilmesi gerektiğini belirten Dr. Senai Aksoy, hangi durumlarda normal doğumun yapılamayacağı hakkında merak edilenleri cevapladı.
Normal doğum hangi durumlarda tercih edilmemeli?
İlk bebeğin ters geliyor olması, bebeğin anne karnında yan duruşu, plasentanın önde oluşu, plasentanın erken ayrılması, kordonun bebeğin başının önünde olması, bebeğin suyunun ileri derecede azalması, üçüz gebelik, ikiz gebelikte ilk bebeğin poposunun önde olması, annenin kemik yapısının dar olması, annenin bel fıtığı, kalp hastalığı, yüksek tansiyon gibi ıkınmasının mahsurlu olduğu durumlar, annede genital bölgede herpes (uçuk) ve HPV gibi virütik enfeksiyon durumunun bulunması gibi durumlarda sezaryen tercih edilir.
Sezaryenin tehlikeleri nelerdir?
Sezaryenle doğan bebeklerde ilk günlerde soluk alıp vermede sorun yaşanabiliyor. Bebek anne karnında bir sıvının içinde. Bu sıvı bebeğin hava yollarına giriyor. Normal doğum sırasında vajinadan geçerken bebek sıvıyı atıyor. Oysa sezaryende bebeğin bu şansı yok. Bu nedenle doğum sonrası bebekte sık soluk alıp verme olabiliyor ve bazen geçici de olsa yoğun bakım takibi bile gerekebiliyor. Anne sezaryen sonrası ağrı nedeniyle bebeğini yeterince besleyemeyebiliyor. Bebek yeni doğan döneminde yeterince beslenemeyince bağırsak hareketleri yeterli olmayabiliyor ve tüm yeni doğan bebeklerde görülen sarılık daha belirgin boyutlara ulaşabiliyor.
Normal doğumdan neden korkuluyor?
Normal doğum için annenin istekli ve kararlı olması gerekiyor. Birçok anne adayı bu konuda toplumda oluşan ön yargıların olumsuz etkilerinin tesirinde kalıyor. Hamile kadınlar çevresi tarafından maalesef korkutuluyor. Doğum hikayeleri bazen abartılıyor. Anne adayları tanımadıkları kişiler tarafından bile 'Allah kurtarsın' denilerek korkuya sürükleniyor.
Anneleri ürküten ağrıya bugün tıp çözüm bulmuş durumda. Epidural analjezi (ağrısız doğum) ile anneler çok daha rahat bir normal doğum süreci yaşıyorlar. Batı ülkelerinde normal doğumun daha yaygın olmasının nedeni epidural analjezinin daha sık kullanılması.
Epidural nedir, nasıl yapılır?
Epidural analjezi, sinirlerin omurilikten çıktığı yere lokal anestezi ile ağrısız bir şekilde uygulanıyor. Epidural analjezi ile normal doğum artık ağrısız bir şekilde gerçekleştirilebiliyor. Uygulama şöyle yapılıyor: Doğumun başında bel bölgesine kateter yerleştiriliyor. Ağrı kesici ilaç verilmesi için rahim ağzı 4 cm açılıncaya kadar bekleniyor.
Epidural analjezi uygulanmış olan hastalar doğum anında ıkınma hissi duymayabilirler. Fakat doğuma yardımcı olan kişiler ağrıları elle veya monitörden gözleyerek ıkınma zamanını anneye söyleyebiliyorlar.
Normal doğumun avantajları nelerdir?
- Bebeğe anestezi uygulanmamış oluyor.
- Doğum esnasında bebek ciğerlerindeki sıvıyı atıyor.
- Anne bebeğini hemen emzirmeye başlıyor.
- Doğumdan sonra yaklaşık 24 saat içinde taburcu olunabiliyor.
- Anne normal hayata daha çabuk geri dönebiliyor.
- Normal doğum yapan kadınlar daha kolay kilo veriyor


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/hamilelik-ve-dogum/sezaryen-hangi-durumlarda-tercih-edilmeli#ixzz2DEqg06nX

24 Kasım 2012 Cumartesi

Doğurganlık-Beslenme İlişkisi


Türkiye'de erkeklerin yüzde 21'ini, kadınlarınsa yüzde 42'sini tehdit eden obezite kısırlık nedenleri arasında yer alıyor. Yanlış beslenme doğal gebe kalmayı zorlaştırırken, düşükleri de hızlandırıyor, kısırlık tedavilerinin başarı oranlarını da düşürüyor.
Aksoy, kısırlık ve tüp bebek tedavilerine başlamadan erkeklerde ve kadınlarda hastanın ideal kilosuna yakın olmasını şart koşmak gerektiğine inanıyor. Araştırmalar da kısırlık vakalarının yaklaşık yüzde 12'sinin kilo problemine bağlı olduğunu gösteriyor (düşük veya yüksek kilo) ve bunların yüzde 70'i kilolarını düzenleyen bir diyetle kilo verirlerse veya alırlarsa, hemen hamile kalabiliyor.
Fazla sayıdaki yağ hücresi, östrojen dengesini bozarak yumurtlamayı engelliyor. Gebe kalmak için en ideal beden kitle indeksi 21-24 arasındadır. (Beden kitle indeksinizi kilonuzu, boyunuzun -metre olarak- karesine bölerek elde edebilirsiniz.)
Araştırmalarda obez kadınların yüzde 5 oranında kilo kaybetmesiyle âdet düzensizliği vakaların yüzde 60'ında problemin ortadan kalktığı ve âdetlerin tekrar düzene girdiği belirlenmiştir. Ayrıca şişmanlığın erkeklerin sperm kalitesini düşürdüğünü göstermiştir.
Fazla kiloya rağmen gebe kalınabilse de, kilonun hipertansiyon ve hamilelik şekeri riskini yükselttiği araştırmalarla ortaya konulmuş bir gerçek... Fazla kilolar hamilelik sürecini, normal ve sezaryen doğumu da zorlaştırabiliyor.
Aksoy'un tasiyesiyse şu: "Hekime başvurmadan önce bazı basit önlemlerle üreme potansiyelinizi artırabileceğinizi aklınızdan çıkartmayın. Bu önlemlerden biri vücut ağırlığı, diyet ve egzersiz arasındaki dengenin sağlanması. Kadınlık hormonu olan östrojenin büyük kısmı yumurtalıklarda üretilir. Ancak yağ dokusu da küçümsene-meyecek bir östrojen kaynağıdır. Döllenmenin sonuçlanabilmesi için stabil bir hormonal durum gereklidir. Bu nedenle az ya da fazla kiloların kısırlığa neden olabilmesi şaşırtıcı bir durum değildir. Bunun en güzel örneği beslenme bozukluğu olan aşırı zayıf kişilerde âdet kanamalarının düzensiz oluşudur."
DOĞURGANLIĞI ARTIRMAK İÇİN DEMİR İÇEREN SEBZE-MEYVE YİYİN
- Yeterli miktarda meyve, sebze ve tahıl tüketin.
- Yavaş sindirilen karbonhidratları tercih edin. Lifli gıdalar, tam buğday, sebze, baklagil gibi...
- Yiyeceklerinizdeki şeker ve tuz oranını sınırlayın. Alkol tüketiminizi sınırlandırın, mümkünse tamamen kesin.
- Aşırı yağlı yiyeceklerden uzak durun. Vücutta enflamasyonu azaltan ve insülin dengesini sağlayan bitkisel yağları, kuru yemişleri (fındık gibi), soğuk su balıklarını (somon, sardalye gibi) tercih edin.
- Az yağlı süt yerine her gün bir bardak tam yağlı süt, sütlü dondurma veya tam yağlı yoğurt tüketin.
- Demir içeren sebze, meyve doğurganlığı artırıyor. Domates, pancar, bal kabağı, ıspanak, fasulye tüketmeye çalışın.
- Bol su için, şekerli gazlı içeceklerden uzak durun.
- Size uygun bir egzersiz programına başlayın.


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/kisirlik/dogurganlikbeslenme-iliskisi#ixzz2DB8Sh0xM

20 Kasım 2012 Salı

HPV Aşısı Hayatınızı Kurtarabilir...


Dünyada her 2 dakikada bir kadın rahim ağzı kanseri nedeniyle hayatını kaybediyor. Rahim ağzı kanseri ve buna yol açan Human Papilloma Virüs (HPV) hakkında en sık sorulan sorular ve cevapları...
Rahim ağzı kanserine nasıl yakalanılır?
Rahim ağzı kanseri, human papilloma virüs (HPV) yani insan siğil virüsünün uzun süreli enfeksiyonu soncu ortaya çıkar. Bu virüse genellikle ilk cinsel ilişkiyi takip eden birkaç yıl içerisinde yakalanılır. Kadınların çoğu virüsü temastan sonraki 12 – 24 ayda vücuttan tamamen atarlar. Ancak bazılarında virüs vücuttan atılmaz ve takip eden yıllarda rahim ağzı kanseri riski oluşturur.
Human Papilloma Virüs (HPV) nedir, nasıl bulaşır?
HPV bulaşıcı, yaygın ve belirti göstermeyen bir virüstür. HPV'nin 100'den fazla tipi vardır. Bunların çoğu, örneğin ellerde ve ayaklarda görülen yaygın siğiller göreceli olarak zararsızdır. Yaklaşık 30 HPV tipi genital bölgeyi etkiler. Bazı tipler rahim ağzı kanserine veya serviks (rahim ağzı) duvarında anormal hücrelere yol açabilir ve bunlar bazen kansere dönüşebilir. Diğer tipler genital siğillere ve servikste (rahim ağzında) iyi huylu (anormal fakat kansere yol açmayan) değişikliklere neden olur.
HPV cinsel yoldan bulaşır; virüs taşıyan biriyle sadece bir kez genital temas ile bu virüsü alabilirsiniz. Prezervatifin kaplamadığı genital bölgelerden de bulaşabileceğinden prezervatif bu hastalığa karşı tam bir koruma sağlamaz. 
HPV'ye yakalandığımı nasıl anlayabilirim?
Kadınların çoğu anormal Pap testleri sonucunda HPV'ye yakalandıklarını öğrenir. Pap Smear testi jinekolojik muayenenin bir parçasıdır ve serviks (rahim ağzı) duvarındaki anormal hücrelerin kanser öncülleri veya rahim ağzı kanserine dönüşmeden saptanmasına yardımcı olur. Jinekoljik muayene ve Pap smear testi 25 yaşından sonra her yıl düzenli olarak yapılmalıdır.
Rahim ağzı kanserinin yaygınlığı ne kadardır?
Tüm dünyada rahim ağzı kanseri, kadınlarda görülen ikinci en yaygın kanserdir (meme kanserinden sonra). Dünya Sağlık Örgütü güncel olarak tüm dünyada 2 milyondan fazla kadında rahim ağzı kanseri olduğunu ve her gün 650'den fazla kadının rahim ağzı kanseri nedeniyle hayatını kaybettiğini tahmin etmektedir. Her yıl 490,000 yeni rahim ağzı kanseri olgusuna tanı koyulur. Rahim ağzı kanseri tanısı koyulan tüm kadınların yaklaşık %50'si 35-55 yaşları arasındadır.
Rahim ağzı kanseri öldürücü müdür?
Rahim ağzı kanserine yakalanan kadınların üçte biri ölür. Dünyada her 2 dakikada bir kadın rahim ağzı kanseri nedeniyle ölmektedir.
HPV başka nelere neden olur?
HPV genital bölgede oluşan siğillere, kanser öncesi oluşumlara, vulva kanserine, vajina kanserine, baş-boyun kanserlerine ve anüs kanserlerine neden olur. Bazen de anne karnından çocuğa geçerek, çocukta solunum yolunda çıkan siğillere neden olur.
HPV'den nasıl korunmalıyım?
Rahim ağzı kanseri aşısı olarak bilinen HPV aşıları, HPV ile ilgili hastalıkların önemli bir bölümüne karşı daha bu hastalıklar oluşmadan büyük oranda koruma sağlar. Her aşıda olduğu gibi, bu aşı da hastalığa yakalanmadan önce yapılması gereken, koruyucu bir aşıdır. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye'de de iki çeşit HPV aşısı mevcuttur. Her iki aşı da HPV Tip 16 ve Tip 18'e bağlı rahim ağzı kanseri ve ilgili oluşumları önlemede yüksek etkinlik göstermiştir.
HPV aşısıyla ilgili neler bilmemiz gerekir?
-İdeal olanı aşının ilk cinsel ilişki öncesi yapılmasıdır. İlk cinsel ilişki yaşı sosyo-ekonomik ve kültürel şartlara bağlı olarak değişebileceğinden aşı için en iyi yaş aralığı 14 yaş civarı olarak tespit edilmiştir. Ancak cinsel ilişki sonrasında aşının yapılmasında herhangi mahsur yoktur ve koruyuculuğu vardır. Son araştırmalar aşının 55 yaşa kadar koruyuculuğu olduğunu göstermektedir. Daha önce virüs enfeksiyonu tespit edilmiş olan kadınlarda da virüs yeterli bağışıklık bırakmadığından aşı yapılması tavsiye edilir.
-HPV aşıları güvenlidir, canlı virüs içermezler, bu nedenle hastalığa neden olması mümkün değildir.
-HPV aşıları Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere Türkiye ve dünyada önde gelen birçok kurum tarafından önerilmektedir.
-Amerika, Avustralya ve Avrupa'daki birçok ülkede zorunlu aşı programına dahil edilen aşı, ülkemiz de dahil 110'dan fazla ülkede onay alarak uygulanmaktadır.
-Aşılar 3 doz olarak, 6 aylık süre içinde koldan uygulanmaktadır.

18 Kasım 2012 Pazar

İzsiz Ameliyat: Laparoskopi


Laparoskopi ile karın alt bölgesinde açılan 3-5 milimetrelik deliklerden içeri sokulan aletlerle jinekolojik ameliyatların yüzde 95'ini yapmak mümkün. Art Tıp Merkezi ve Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Senai Aksoy laparoskopi hakkındaki soruları yanıtlandırıyor.
Laparoskopi nedir?
Laparoskopi genel anestezi altında yapılan ve göbek deliğinden ince bir teleskopun karın içine sokularak karın içi organlarının görüntülenmesi prensibine dayanan bir ameliyattır. Laparoskopi 1980li yılların ortalarına kadar genelde tanısal amaçlı uygulanan bir işlem olmasına rağmen teknolojik gelişmelere paralel olarak son zamanlarda giderek artan bir sıklıkta tedavi amaçlı (cerrahi laparoskopi) uygulanmaya başlamıştır. Gelecekte jinekolojik ameliyatların neredeyse tamamının laparoskopi ile yapılacağı kaçınılmazdır.
Laparoskopik ameliyatlar nasıl yapılıyor?
Göbek deliğinden içeriye sokulan bir iğne ile karın boşluğu CO2 (karbondioksit) gazı ile şişirilir. Daha sonra göbek deliğinin içinde 1 cm çapında bir kesi yapılrak , bu kesiden kateter denilen, içi boş bir boru karın içine sokulur. Bu kateter laparoskop denilen kamera ,soğuk ışık kaynağı ve video sistemini içeren düzeneğin karın içine yerleştirilmesine olanak sağlar. Böylece operatör ameliyat bölgesini video monitöründe görebilir.
Karın içine hızlıca bakıldıktan sonra diğer ameliyat aletlerinin yerleştirileceği 1 cm çapındaki diğer iki veya üç kesi yapılır. Bu kesilerden 0,5 cm çapındaki kataterler yerleştirilir. Bu kataterler jinekolojik ameliyatlarda 2 veya 3 tane olmak üzere kasık bölgesindedir. Bu aşamadan itibaren ameliyata başlanabilir.
Laparoskopik ameliyat öncesi ve sonrası sizi neler bekliyor?
Genellikle ameliyat günü sabahı hastaneye kabul edilirsiniz. Ameliyat öncesi bir sakinleştirici verildikten sonra genel anesteziniz yapılmak üzere ameliyathaneye alınırsınız. Ameliyat öncesi en az 6 saat yemek yememiş ve sıvı almamış olmanız gerekir. Ameliyat, yapılan işleme göre 1 ila 2 saat sürebilir.
Ameliyat sonrasında anestezi uzmanları hastalarını genellikle tamamen uyanana kadar ameliyathanede gözetim altında tutmayı isterler. Bu sebeple ameliyat sonrasında ameliyathanede 1 saat kadar daha kalabilirsiniz. Daha sonra odanıza çıkarılırsınız. Ameliyattan 4-6 saat sonra ayağa kalkmanıza, hafif yemek yemenize izin verilir. Laparoskopi sonrasında çoğu zaman ağrı çok azdır. Sadece ertesi gün CO2 gazının diafragmayı irrite etmesine bağlı olarak hafif bir omuz ağrısı hissedilir. Bu omuz ağrısı ağrı kesiciler ile kolayca geçer. Jinekolojik ameliyatlardan sonra genellikle bir vajinal kanama olacaktır. Bu beklenen normal bir durumdur. Endişe etmeyin!
Hangi ameliyatlar laparoskopik olarak yapılabilir?
Laparoskopi ile karın alt bölgesinde açılan 3 - 5 mmlik deliklerden içeri sokulan aletler ile her türlü jinekolojik cerrahi girişimi yapma olanağı vardır. Yumurtalık kistleri, dış gebelikler, myomlar, gebe kalabilirliği artıran tüp cerrahisi, endometriozis, rahmin alınması, kanser ameliyatları laparoskopik olarak kolayca tedavi edilebilmektedir.
Laparoskopi ile alınan sonuçlar açık ameliyatlar kadar iyi midir?
Deneyimli ellerde laparoskopi, karın açılarak yapılan ameliyatlar ile benzer sonuçlar vermektedir.
Laparoskopinin açık ameliyatlara göre avantajı nedir?
Laparoskopinin en önemli avantajları:
-Hastanede yatış süresinin çok daha kısa olması
-Ameliyat sonrası çok daha az ağrı kesiciye gereksinim göstermesi
-İşe ve normal yaşantıya dönüş süresinin hızlanması (çoğu hasta 3 - 4 gün içinde normal yaşamlarına dönebilmektedir)
-Karın kesisine bağlı komplikasyonların olmaması (enfeksiyon, yara açılması ve fıtık)
İzsiz Ameliyat tabir edilen Single Port (Tek giriş) laparoskopi nedir? Avantajları nelerdir?
Tek giriş laparoskopi (single port) yöntemi, cerrahi aletlerin karın duvarında yapılan tek bir kesiden karın içerisine sokulması ile gerçekleştiriliyor. Bu kesi zaten doğal bir iz olan göbek deliğinden yapıldığı için de ameliyat sonrasında gözle görülen hiçbir iz kalmıyor. Single Port laparoskopi ile avantajlar daha da artmaktadır. Karın bölgesinde yapılan kesi sayısının azalması ile hem ameliyat izi kalmamakta, hem de laparoskopinin diğer avantajları da artmaktadır. Böylece tek giriş laparoskopi sonrasında hastalar daha az ağrı duymakta, enfeksiyon, fıtık gibi komplikasyonlar daha az görülmekte ve hastaların normal yaşantılarına dönme süresi azalmakta.
Jinekoloji ve kısırlıkta laparoskopik ameliyatlar hangi durumlarda uygulanır?
Laparoskopik ameliyatlar iki nedenle uygulanır. Biri tanı amaçlı, diğeri tedavi amaçlıdır. Tanı amaçlı ameliyatlarda gözlem yapılırken, tedavi amaçlı ameliyatlar ise cerrahi müdahalenin gerektiği durumlarda yapılır. Tanı veya tedavi amaçlı laparoskopik ameliyatların en çok uygulandığı durumlar şunlardır:
Endometriozis: Laparoskopik ameliyatların en çok uygulandığı alandır. Çikolata kistlerinin durumu bu yöntemle hem saptanır hem de alınıp alınmamasına karar verirlir. Yöntem sayesinde yumurtalık alınmadan kistler çıkarılabilir.
Polikistik Over Sendromu: Hastalığın teşhis ve tedavisinde laparoskopik ameliyat uygulanır.
Yapışıklıklar: Önceden geçirilmiş ameliyatlar ya da enfeksiyonlardan kaynaklanan yapışıklıkların tedavisinde laparoskopik ameliyatlar tercih edilir.
Kısırlık: Kısırlık tanı veya tedavisinde laparoskopik girişimler kullanılır. Tüplerin durumu, yapışıklıkların olup olmadığı gibi durumlar bu yöntemle saptanabilir.
Dış gebelik: Tedavi aşamasında laparoskopik ameliyat yöntemi kullanılabilir.
Yumurtalık kistleri: Yumurtalıklarda oluşan kistlerin büyük bir bölümü laparoskopik ameliyatlarla alınabilir. Yöntemin en önemli avantajı yumurtalığın alınmaması.
Myom ameliyatları: Pek çok myom ameliyatı bu yöntemle yapılabiliyor.
Rahim ameliyatları: Rahmin ve yumurtalıkların alınması(histerektomi)


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/kisirlik/izsiz-ameliyat-laparoskopi#ixzz2CbbYzv11

www.tupbebek.com

Kısırlık Çözümsüz Değildir...4 (Yazı dizisi)


Günümüzde kısırlık geçmişe göre daha sık görülüyor. Bu da 'insanoğlunun üreme potansiyeli azalıyor mu' sorusunu akla getirmekte. Cevap kesin olmamakla birlikte muhtemelen bu düşüncenin doğruluk payı var.
Kadının geçmişe göre daha geç yaşlarda evlenmesi, cinsel yolla bulaşan hastalık oranlarının yükselmesi ve nedeni bilinmemekle birlikte erkekte sperm sayısının global olarak azalması bu durumun nedenleri olabilir.
Sperm sayılarındaki azalma ilginç bir gözlem olarak ortaya çıkıyor. Gerçekten de son 15-20 yılda tüm dünyada yaygın olarak sperm sayılarında bir azalma eğilimi dikkati çekmektedir. Bu durumun çevresel kirlenmeden mi yoksa modern yaşamın getirdiği stresten mi kaynaklandığı belli değildir.
Sevindirici olan ise üreme potansiyeli üzerindeki bunca olumsuzluğa karşın, yardımcı üreme tekniklerindeki gelişmeler ve buna bağlı olarak artan başarı oranlarıdır. Yine modern insanın kısırlığı tabu olmaktan çıkarması ve tedavi alternatiflerini bilinçli bir şekilde değerlendirmesi de kayda değer bir ilerlemedir.
Kısırlık nedeni araştırıdığında, menisinde hiç sperm olmadığı gözlenen bir erkekte bile TESA adı verilen 'cerrahi yolla sperm arama' yöntemi ile sperm bulunma şansı var. Daha sonra da mikroenjeksiyon adı verilen ve erkek kısırlığında devrim sayılan bir tüp bebek yöntemi ile erkekten elde edilen tek bir sperm hücresi, kadından elde edilen yumurtanın içerisine saç kılından daha ince bir iğne yardımıyla mikroskop altında enjekte ediliyor ve döllenme sağlanıyor.
Günümüzde cerrahi yolla sperm arama ve mikroenjeksiyon yöntemleri sayesinde pek çok çift kendi çocuklarına sahip olma hayalini gerçekleştirebiliyor.
Kısırlık Çözümsüz Değildir yazı dizimizin dördüncü bölümünde Dr Senai Aksoy menisinde hiç sperm bulunmayan erkeklerde (azospermi) cerrahi yolla sperm aramayı (TESA) anlatıyor:
Üremeye yardımcı tedaviler alanında, tüp bebekten sonraki en önemli gelişme kuşkusuz mikroenjeksiyon yöntemi ve cerrahi yolla sperm arama (TESA) işlemidir. Menisinde hiç sperm olmayan bir erkeğin testislerinden ameliyatla sperm bulunması ve bu spermle mikroenjeksiyon yöntemi kullanılarak gebelik elde edilmesi tüm dünyada çocuk sahibi olması olanaksız gibi gözüken binlerce erkek için umut oldu.
Erkeğin menisinde hiç sperm olmaması (Azospermi) nedir, neden olur?
Bir erkeğin menisinde hiç sperm olmaması azospermi olarak adlandırılır ve değişik nedenlere bağlı olabilir.
Bunların bir kısmı sperm kanallarının tıkanıklığına bağlıdır. Böyle bir durumda testislerde sperm üretimi vardır ama varolan spermler kanallardaki tıkanıklık nedeniyle meniyle dışarıya atılamaz. Bu durumda tıkanıklığa bağlı sperm olmamasından (obstrüktif azospermi) söz edilir.
Tıkanıklığa bağlı azospermi olgularında ince bir iğneyle tıkalı olan kanallara ya da testis dokusu içine girilerek küçük parçalar alınır. Bu parçalar içinde sperm bulma oranı %100'e yakındır.
Tıkanıklığa bağlı olmayan durumlardaysa (non-obstrüktif azospermi) testislerde sperm üretimi ya hiç yoktur ya da belirli alanlarda çok sınırlı sayıda olur. Non-obstrüktif azosperminin altında yatan neden genetik olabileceği gibi ergenlik döneminde geçirilmiş enfeksiyonlar da rol oynayabilir.
Böyle bir durumda testis biyopsisi tedavide yol göstermesi açısından oldukça yararlıdır.
Cerrahi yolla sperm arama nasıl yapılır?
Menisinde hiç sperm olmayan erkeklerde cerrahi yolla sperm arama işlemi yaklaşık 15 - 45 dakika kadar sürer ve kişi ertesi gün büyük ölçüde normal hayatına dönebilir.
Sperm iğneyle kanallardan alınabilir (PESA), iğneyle testisin içinden alınabilir (PTSA) ya da ameliyatla testisten alınabilir (TESA veya TESE). PESA ve PTSA lokal anestezi eşliğinde yapılabilirken TESA çoğu zaman genel anestezi altında yapılır.
Bu yöntemle sperm bulunamazsa ne yapılır?
Ameliyatla sperm bulunamaması durumunda izlenecek yol biyopsi sonucuna göre değişir. Eğer yeni bir denemede de sperm bulma şansı yoksa bu durumda sperm bankalarına başvurmak şu an için geçerli tek yöntem. Ancak bu uygulama ülkemizde yasal değildir.
Öte yandan hastaların önemli bir kısmında yeniden deneme için umut verici sonuçlar elde etmek mümkün. Böyle bir durumda birkaç ay sonra yeni bir deneme yapılabilir.
Cerrahi yolla sperm arama girişiminin başarı oranı nedir?
Testis dokusu içinde binlerce küçük tüp benzeri yapı vardır. Bu yapılarda sperm üretimi değişik aşamalarda devam eder. Bazı tübüllerde hiç üretim olmazken bazılarında az sayıda sperm olabilir.
İşte cerrahi sperm arama yöntemlerinin altında yatan mantık budur. Testisin değişik bölgelerinden alınan çok sayıda parça incelendiğinde sperm hücresi bulunabilir. Bu yöntemde sperm bulma olasılığı altta yatan nedene bağlı olarak %25-60 arasında değişir.
Son yıllarda uygulanmaya başlanan mikro-TESA yöntemiyle bu işlem mikroskop altında yapılarak başarı şansı daha da arttırılmaktadır.
En yüksek başarı sperm üretiminin çok azaldığı 'hipospermatogenez' olgularında yakalanırken, genetik bozukluğa bağlı durumlarda şans en az olur.
Bir azospermi olgusunda daha önceki denemelerde sperm bulunmuş olması daha sonraki denemelerde de her zaman sperm bulunacağını garanti etmez. Ama çoğu zaman başarı sağlanır. Benzer şekilde daha önce ameliyatla sperm bulunamamış kişilerde de biyopsi sonucuna göre yeni bir denemede sperm bulma olasılığı mevcut.
 Bir kez sperm bulunduğunda bunun testisten ya da meniden bulunmuş olması mikroenjeksiyonun başarı oranları üzerinde önemli bir etki yaratmaz. Bir başka deyişle spermin meniden, kanallardan ya da direkt olarak testis içinden alınması gebelik oranlarını ve sonuçlarını değiştirmez.


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/kisirlik/kisirlik-cozumsuz-degildir4-yazi-dizisi#ixzz2CZBal3Dy

16 Kasım 2012 Cuma

Hamile Kalmakta Geç Kalmayın


Kırk yaşından sonra çocuk istemenin en büyük riski hiç bir zaman hamile kalamamaktır
Gazetelerde, televizyonlarda sıklıkla 40-45 yaşında çocuk doğuran ünlülerin ha-berlerini okuyoruz. Hatta ellili yaşlarda çocuk sahibi olmuş çiftlerin fotoğraflarına bakarak mutlu oluyoruz. Anlatmaya değer, gülümseten hikayeler. Ama bu mucize çocuk için, hangi aşamalardan geçildiğini, hangi risklerin alındığını, ne kadar hayal kırıklıkları yaşandığını biliyor muyuz acaba? ART Tıp Merkezi ve Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Senai Aksoy, 25 yıldır kısırlık ve tüp bebek tedavileri ile uğraşan bir hekim olarak geç yaştaki hamileliklerin bu şekilde yüceltilmesine karşı çıkıyor. Bu pembe tablonun bir çok kadında yanlış algı yarattığını ve imkanları olmasına rağmen ideal zamanı bek-leme, kariyer planlaması gibi sebeplerle çocuk sahibi olmayı ertelediklerini tespit ediyor. ART Tıp Merkezi ve Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Senai Aksoy geç yaşta çocuk sahibi olmakla ilgili en önemli soruları yanıtladı. 
Geç yaşta gebelikten kastınız nedir?
Amerikalılara göre geç yaşta hamilelik 35 yaşından itibaren başlıyor. Bu yaşlarda hamile kalmak genellikle bir problem yaratmıyor. Aynı durum 40 yaş ve üstünde söz konusu değil.
Öncelikle 40 yaş ve sonrasında bebekteki sakatlık oranı artıyor. Bu durum çok bilinen ve  hakkında çok konuşulan bir kavram. Ancak oran artışını rakamlarla ifade edecek olursak, 25 yaşındaki bir hamile kadının Down Sendromlu bir çocuk dünyaya getirme riski 990’da 1 iken, bu oran 35 yaşında 380’de 1, 45 yaşında ise 28’de 1’dir. Elbette ikili, üçlü testler ve amniosentez gibi yöntemlerle bu patolojilerin tamamına yakınını tespit etmek mümkün. Ancak özlemle beklenen fakat yaşama şansı olmayan bir bebeği 4. veya 5. ayda do-ğurmanın, kadın ve aile için son derece yaralayıcı bir deneyim olduğunu da kabul etmek gerek.
Kırk yaşından sonraki gebeliklerin her zaman pespempe yaşanmayabileceğini de eklemek isterim. Bu yaştaki gebeliklerde yüksek tansiyon, diyabet ve erken doğuma daha sık rast-lanıyor.
Kırk yaşından sonraki hamileliklere karşısınız o halde?
Kırk yaşından sonraki hamileliklere tabii ki karşı değilim. Özellikle de amacım o yaşlarda mutlu bir şekilde hamileliklerini sürdüren ve sonuna kadar götüren kadınları suçlamak değil. Bu yaşlarda hamile kalan kadınların daha motive, daha oturmuş, daha çocuk kıymeti bildiklerinin de farkındayım. Amacım bu yaşlara yaklaşan kadınları, her şeyin medya organlarında gösterildiği gibi basit ve kolay olmadığı konusunda uyarmak. Bu yaşlardaki en büyük riskin hiç hamile kalamamak veya hiç bir zaman çocuk sahibi olamamak olduğunu bilmek gerekir. Otuz yaş ve altı kadınların %95‘i tedavisiz veya tedaviyle hamile kalacaktır. Halbuki kırk yaş ve üstü kadınların %35’i hiç bir zaman çocuk sahibi olamayacaklar. Bu rakamların bilinmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. “Ama benim bir arkadaşım var 45 yaşında doğurdu” denildiğini duyar gibiyim. Ben zaten 40 yaş sonrası hamilelik olmaz demiyorum. Ama şans azalıyor. Bunu da söylemek lazım! Ortada kaçınılmaz bir gerçek var. O da  kadın fertilitesinin zaman geçtikçe azaldığıdır. İdeal koca, ideal ev, işteki en uygun zamanı beklemek hiç bir zaman çocuk sahibi olamama riskini taşır. 
Şunu da söylemeliyim ki, muayene sonrası  yanımdan  çocuk sahibi olma imkanını kay-bettiğini öğrendiği için ağlayarak çıkan kadınlar beni her zaman çok üzüyor. Artık kadınlara yalan söylemekten, yalancı ümit vermekten vazgeçmek gerekiyor.
Kadınlara hangi konuda boş ümitler veriliyor?
Doğum kontrol yöntemlerinin sloganı uzun zamandır “ne zaman istersem kaç tane ister-sem” oldu. Ancak korunma yöntemleri çocuk istenmediği zaman hamile kalmayı engeller. Ne zaman istenirse hamile kalmayı sağlamaz. Bence bu kısaltma kadınlar tarafından yanlış algılanıyor. Öte yandan kariyer yapan savaşçı kadınların hamileliklerini ertelemeleri, gazete haberleri ve yıldızların geç yaştaki hamilelikleri ile doğallaştırıldı. Ben buna 40 - 45 yaşlardaki hamileliklerin kutsallaştırılması diyorum. Sadece bu kadınlara bu hamileliklerin bir kısmının yumurta bağışı yoluyla olduğunu  (bu uygulama ülkemizde ve dünyadaki bir çok ülkede yasaklanmıştır) söylemeyi unutuyoruz.
Yani 40 yaşında bir kadının yumurta bağışı dışında hamile kalma şansının olma-dığını mı söylüyorsunuz?
Kırk yaşında hamile kalmak hala mümkündür ama aynı durum 45 yaşında söz konusu de-ğil. Burada bilinmesi gereken 20 yaşındaki bir kadının ay başına düşen hamile kalma şansı %25 civarındayken bu oran 35 yaşında %9, 40 yaşında %6, 45 yaşında ise 0’a yakındır. Burada söylenmesi gereken bir diğer gerçekse, 40 yaşındaki hamileliklerin çoğunun daha önceden çocukları olan kadınlarda istenmeden kaza ile olan gebelikler olduğudur. Çocuk istenildiği zaman araya giren stres ile işin rengi tamamen değişiktir.
Kadınların çoğu 45 yaşında menopozda olmadığına göre bu söylediğiniz nasıl olabiliyor?
Öncelikle kadında yaşlanan organın rahim değil, yumurtalıklar olduğunu bilmek gerekir. Bir kadın bilimsel olarak başka bir genç yumurta kullanılması şartı ile 50 hatta 60 yaşında da hamile kalabilir. Bunun sağlık üzerindeki etkileri, çocuğun geleceği, etik ve dini yönleri elbette başka bir tartışma konusu. Şunu da bilmek gerekir ki, düzenli adet olması o kadının hala hamile kalacağını göstermez. Adet olması ne yumurtlama olduğunun, ne de yu-murtlama olsa dahi o yumurtanın döllenmeye uygunluğunun bir belirtisi değildir. Adetlerin durmasından çok önce kadının hiç farketmeden üreme fonksiyonları biter. Kabul etmenin kolay olmadığını biliyorum ama anne olmak için bu fonksiyonların sonuna gelindiği  bir yaş da var.
Özetlemek gerekirse, 20 yıldır kısırlıkla uğraşan hekimler olarak 40 yaşındaki kadınların çocuk sahibi olmalarının çok kolay olduğunun söylenmesine karşıyım. Bu gerçek değil. Eğer bu yaşta hamilelik olmuşsa bu harika bir şey. Buna söylenebilecek hiç bir şey yok. Hamileliği daha yakından takip etmek çoğu zaman sağlıklı bir bebek sahibi olmaya yete-cektir. Ancak 40 yaşına kadar bekleyin, hemen hamile kalacaksınız, hayat pespembe, nurtopu gibi bir kızın veya oğlun olur gibi söylemlere karşıyım. İnanıyorum ki sadece bun-ların söylenmesi dahi bir çok kadının çocuk yapma niyetlerini öne alacaktır. Ben kendi adıma sevimsiz olma riskine rağmen bunları hastalarıma söylüyorum. Gerçi o yaşta hamile kaldıklarında “ hani ne demiştin” diyorlar ama şunu iyi anlamak lazım. Ben asla hamilelik olmaz demiyorum. Sadece risklerden bahsediyorum.

15 Kasım 2012 Perşembe

Adet Öncesi Sendromu


Adet Öncesi Sendromu (AÖS) denen bu durumun teşhis ve tedavisi aslında çok basit. Adet Öncesi Sendromu (AÖS) genellikle 25 ila 35 yaşlarında kendini göstermeye başlar ve her adet öncesi dönemde kendini tekrarlar. Belirtileri oldukça şiddetli olan kadınlar aynı zamanda Adet Öncesi Duygusal Bozukluk (AÖDB) olarak nitelenen durumu da yaşarlar. Hem AÖS'de hem de AÖDB'de belirtiler, adetin başlamasıyla belirgin bir şekilde azalır.
Adet gören kadınların %85'i hayatlarında bir defadan fazla olmak üzere adet öncesi sendromunu yaşadıklarını belirtirken, %2 ila %10'u ise kapasitelerini azaltan ve günlük yaşamlarını etkileyen belirtilerden şikayet ederler. AÖS'nun 200'den fazla belirtisi olduğu ileri sürülse de; aşırı duyarlılık, gerilim ve duygusal bozukluk en sık görülen ve en fazla etkiyi yapan belirtilerdir.
Adet Öncesi Sendromunun belirtileri
AÖS'nun belirtilerini üçe ayırmak mümkün. Davranışsal, psikolojik ve fiziksel.
Davranışsal belirtiler:
Yorgunluk, uykusuzluk, baş dönmesi, cinsel ilgide değişiklik, aşırı yeme veya bazı yemekleri aşırı isteme.
Psikolojik belirtiler:
Öfke nöbetleri, depresif ruh hali, ağlama, anksiyete, gerginlik, ruh hali değişkenliği, konsantrasyon güçlüğü, unutkanlık, huzursuzluk, yalnızlık hissi, özgüven eksikliği.
Fiziksel belirtiler:
Baş ağrısı, göğüslerde duyarlılık ve şişme, sırt ağrısı, karın ağrısı ve şişme, kilo alımı, su tutma, mide bulantısı, kas ve eklem ağrısı.
AÖS'nun nedenleri
Nedenleri henüz bilinmemekte beraber, karmaşık ve pek çok faktöre dayalı olabilir. Hormonların bu konudaki etkileri çok açık değil. Ancak yumurtlama baskılandığında belirtilerde düzelme olduğu da görüldü.
Hormon seviyelerindeki değişikliklerin serotonin gibi merkezi nörotransmitterleri etkilemesi mümkün. Ancak cinsel hormon seviyelerinin dalgalanması AÖS'li kadınlarda normaldir. Bazı kanıtlar, bu bozukluğun, altyapısında serotonin problemi olan kadınların progesterona karşı artmış hassasiyetiyle ilişkisi olduğunu gösterdi. Ama bu mekanizma tüm vakaları açıklayamaz. Çünkü bazı hastalar SSRI grubu antidepresan ilaçlarla tedaviye cevap vermez. Linoleic asidin prostaglandin öncü maddelerine dönüştürülememesi ile ilgili olarak yaşanan prostaglandin problemleri AÖS ile bağlantılı olabilir. Genetik faktörler de AÖS'nin gelişmesinde rol oynayabilir. Çünkü her iki kardeşte de AÖS'nin görülmesi durumu tek yumurta ikizlerinde, çift yumurta ikizlerine göre iki kat fazladır.
AÖS teşhisi
Amerikan Kadın Doğum ve Jinekoloji Derneğinin (ACOG), aşağıda yer alan teşhis kriterlerinin kullanılmasını önerilir. Ağır duygusal bozukluk belirtileri ve belirgin fonksiyon bozukluklarından şikayetçi olan hastalar ise AÖDB kriterleri ile değerlendirilebilir.
Adet Öncesi Duygusal Bozukluk (AÖDB) teşhis kriterleri:
1. Kriter: Bir önceki yılın adetlerinde, luteal fazın(yumurtlamadan sonraki dönem) son haftasında aşağıda yer alan belirtilerin en az 5 tanesi (belirtilerden en az bir tanesi 1 - 2 - 3 - 4 nolu kriterlerden biri olmak üzere) görülmüş, bu belirtiler foliküler fazın(yumurtlamadan önceki dönem) başlamasıyla azalmış ve adetin başlangıcını takip eden 1 hafta içerisindeyse yok oldu.
Depresif ruh hali, umutsuzluk hissi ve kendini hor görücü düşünceler
Belirgin anksiyete, gerilim ve "sınırda olma" hissi
Belirgin duygu durum dalgalanmaları (aniden üzgün hissetme, ağlama veya reddedilmeye karşı aşırı tepki)
Belirgin ve sürekli öfke ve ilişkilerde artan çatışmalar
Rutin aktivitelere ilgi kaybı (okul, iş, arkadaşlar, hobiler)
Konsantre olmakta güçlük çekildiği konusunda şahsi (sübjektif) görüş
Uyuşukluk, çabuk yorulma ve belirgin enerji kaybı
Belirgin iştah değişiklikler,çok yeme veya belirli yiyecekleri canı çekme
Aşırı uyuma veya uykusuzluk
Ezilmişlik veya kontrol kaybı konusunda kişisel (sübjektif) görüş
Diğer fiziksel belirtiler (örneğin göğüslerde şişme veya hassasiyet, baş ağrıları, eklem veya kas ağrıları, şişme hissi veya kilo alımı)
Not: Adet gören kadınlarda; "luteal faz" yumurtlama ve adet başlangıcı arasında geçen süreyi ifade ederken, "foliküler faz" ise adetlerle başlar. Adet görmeyen kadınlardaysa (histerektomi geçiren kadınlarda) luteal ve foliküler fazın tespit edilmesi için hormon seviyelerinin takibi gerekebilir.
2. Kriter: Rahatsızlık iş/okul hayatını veya diğer günlük sosyal ilişki veya aktiviteleri etkiler. (örn: sosyal aktivitelerden kaçınma, üretkenlikte veya iş/okul performansında azalma)
3. Kriter: Rahatsızlık ve sıkıntılar; önemli depresyon, panik bozukluk, distimik bozukluklar veya kişilik bozukluğu gibi başka bir bozukluk nedeniyle ağırlaşmaz.
1., 2. ve 3. kriterler an az iki ay üst üstte günlük değerlendirmeler vasıtasıyla onaylanmalı.
AÖS ve AÖDB ancak çeşitli fiziksel ve psikolojik bozuklukların ekarte edilmesi sonrasında teşhis edilebilir. AÖS ayrıca günlük yaşantıyı etkilemeyen ve doğal yumurtlama sürecinde yaşanan basit adet öncesi belirtilerinden ayırt edilmelidir (örn: şişme ve göğüs hassasiyeti). AÖS teşhisinin doğrulanması için üç kriterin varlığı çok önemlidir: bu belirtilerin yalnızca adetin luteal fazında olmak üzere belirtilerin sürekli ve tekrarlı olarak yaşanması, fonksiyonları kısıtlayıcı olması ve yaşamı etkilemesi.
AÖS veya AÖDB'den şüphelenildiğinde, hastaların ardarda birkaç ay için günlük belirtileri takip etmeleri istenir. Bu günlük takip yardımıyla dönemsel belirtilerin değişkenliği takip edilebileceği gibi bazı kadınların luteal olmayan belirtileri olduğu da saptanabilir.
AÖS tedavisi
AÖS tedavisinin amacı; belirtilerin iyileştirilmesi veya ortadan kaldırılmasını sağlamak. Görülen belirtilerin, aktiviteler ve ilişkiler konusundaki etkilerini azalmak ve tedavinin yan etkilerinin en düşük seviyede tutmak. Her ne kadar birçok tedavi seçeneği mevcut olsa da, bunlardan pek azının etkinliği kontrollü deneylerle kanıtlandı.
Başlangıçta tüm AÖS'li hastalar ilaç içermeyen bir tedavi ile sürece başlamalı. İlaç tedavisi ancak inatçı AÖS belirtileri olan hastalarda ve AÖDB kriterlerine uyan hastalarda düşünülebilir.
Cerrahi tedavi (genel olarak rahim ve yumurtalıkların alınması) uygulaması ise tartışmalı bir konu. Çünkü geri dönüşsüz bir uygulamadır ve beraberinde bazı riskleri getirir. Cerrahi tedavi ancak diğer tedavilere cevap vermeyen ve bu tür bir ameliyat kararının verilmesini destekleyecek diğer jinekolojik bulguları olan hastalarda uygulanabilir.
İlaç içermeyen ( farmakolojik olmayan ) tedavi
AÖS'nin ilaç içermeyen tedavisinin içeriği hasta eğitimi, destekleyici terapi ve davranış değişiklerinin önerilmesini kapsar. AÖS'nin biyolojik dayanakları ve belirtileri konusunda eğitim almış kadınların belirtilerden daha az etkilendikleri ve daha az kaygı yaşadıkları gözlemlendi.
Günlük Belirtiler tablosunun kullanılması hastaların, belirtileri kontrol edebilmek için bazı davranışsal veya yaşamsal değişiklikleri planlayabilmelerini sağlar.
Uykusuzluk veya aşırı uyku şeklinde kendini gösteren uyku problemleri, AÖS'li kadınla sıklıkla görülür. Özellikle luteal fazda olmak üzere düzenli yatma ve kalkma saatlerinin sağlanması önerilir.
-Tuz kullanımının kısıtlanması özellikle sıvı tutulumu, şişme ve göğüs şişkinliği belirtilerinin azalmasını sağlar.
-Kafeinin adet öncesi gerginlik/hassasiyet ve uykusuzluk ile ilişkisi dolayısıyla bu dönemde kafein alımının kısıtlanması önemli.
-Ağır olmayan aerobik/yoga egzersizlerinin yapılması da ağrı şikayetlerinin azalmasını sağlar.
-AÖS şikayeti olan hastalarda diyet desteği açısından vitaminler (A, E ve B6), magnezyum, multivitamin/mineral takviyeleri ve çuhaçiçeği yağı (primrose oil) kullanımının etkinliği değerlendirilrdi. E vitamini, minimum zarar vermesi, antioksidan etkisi ve olumlu deney sonuçları nedeniyle AÖS'nin potansiyel tedavi araçları arasında yer alır. A ve B vitamini ile yapılan deneyler ise aynı bulguları yeterli derecede desteklemedi.
-1200mg/günlük dozlarda kalsiyum karbonat alımının şişme belirtilerin düzeltmesine yardımcı olduğu deneylerde gözlemlendi. ACOG kalsiyum alımını önerirken, magnezyum desteğini önermez.
Bir prostaglandin öncüsü olan çuhaçiçeği yağının etkileri, bazı kadınların göğüs hassasiyetine iyi geldiği konusundaki bildirimlerine karşın bu görüş henüz deneylerle desteklenmedi.
İlaç tedavisi
İlaç tedavisine karar verilmeden önce diğer yöntemler en az 3 ay süreyle denenmiş olmalı. Belirtilerin tatmin edici seviyede iyileşmemesi durumunda ilaç tedavisi düşünülür. Tedavi hastanın ihtiyaçları ve diğer tıbbi koşulları göz önünde bulundurularak kişiye özel olarak hazırlanır.
Reçetesiz İlaçlar: Reçetesiz satılan ilaçların çoğu orta kuvvetli diüretikleri(idrar sökücü ilaçlar), prostaglandin inhitibörlerini ve antihistaminik tedavilerini içerir. Ancak bu ilaçların kombine olarak kullanımında doktor tavsiyesi mutlaka alınmalı. Çünkü bu gibi durumlarda bazı etken maddelerin az bazılarının ise aşırı dozda alımı söz konusu olabilir. Eğer hasta reçetesiz ilaçlar kullanılacaksa, tek etken madde içeren bir ürünün seçilmesi (örneğin: vitamin veya ağrı kesici) tercih edilmeli.
Psikotropik İlaçlar: Serotoninin AÖS ve AÖDB üzerindeki etkileri nedeniyle SSRI grubu antidepresan ilaçları şiddetli AÖS veya AÖDB kapsamına giren hastalarda kullanılması düşünülebilir. Ancak yine doktor bu ilaçların yan etkileri olan uykusuzluk, halsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı ve cinsel fonksiyon bozukluğu gibi faktörleri de göz önünde bulundurarak karar verecektir.
Anksiyolitik ilaçların kullanımı bağımlılık yapma riskleri nedeniyle tercih edilmemeli. Diğer psikotropik ilaçların (örn: bupropion,trisiklik antidepresanlar ve lithum) da bazı olumlu etkileri gözlemlenmesine karşın yararlarıyla karşılaştırıldıklarında ağır basabilen yan etkileri nedeniyle tercih edilmemeli.
Diüretikler: Spironolactone (Aldactone) steroid hormonlarına benzeyen bir aldosteron antagonisti olup, göğüs hassasiyeti ve sıvı tutulumu gibi AÖS etkilerini gidermekte etkili olan tek diüretik tipidir.
Prostaglandin Inhibitörleri: Nonsteroid anti-inflammatuar ilaçlar dismenore tedavisinde oldukça etkili olmaktadır. (örn:naproksen sodyum). Özellikle naproksen sodyum fiziksel sıkıntıları rahatlatmakta ve baş ağrısını gidermektedir; ancak yine doktor tarafından hastanın gastrointestinal problemleri olması durumunda dikkatle kullanılmalıdır.
Adet Döngüsünü Değiştirmek Üzere Kullanılan İlaçlar:. Gonadotropin-salgılayıcı hormonlar, östrojen ve progesteron kullanımının AÖS ve AÖDB üzerinde etkileri araştırılmıştır ancak faydaları kısıtlıdır.
Oral kontraseptif kullanımı: AÖS tedavisinde sıklıkla kullanılmasına karşın etkilerinin sürekli olduğu konusunda yeterli delil yok. Faydaları içerdiği östrojen bileşeni nedeniyle olabileceği için monofazik ilaçların kullanımı en doğru seçim olur.
Kontraseptifler(doğum kontrol hapları) şişme, baş ağrısı, karın ağrısı ve göğüs hassasiyeti gibi etkileri azaltırken bazı etkileri de arttırabilirler. Hastalardan gelen geri bildirimler, bu ilaçları kullanan hastaları daha az fiziksel yakınmaları olduğunu gösterdi. Ancak bu ilaçların ruh hali üzerinde pozitif etkisi yok.
Sentetik progesteron benzeri ilaçlar (örn: medroxyprogesteron asetat): Geçmişte progesteronun kulanımının daha yaygın olduğunu görürüz. Çelişkili olarak bazı kanıtlar progesteronun AÖS'nin bazı fiziksel ve psikolojik etkilerine sebep olduğunu gösterir. Progesteron kullanımı genel olarak karın şişmesi ve ağrısı, bulantı, göğüs ağrısı ve adet düzensizlikleri için kullanılır. Ancak 14 kontrollü deneyde progesteronun belirtileri azaltıcı bir etkisi ispatlanamadı.


Daha Fazlası: http://www.tupbebek.com/makaleler/jinekoloji/adet-oncesi-sendromu#ixzz2CI5wUMeb

"MAÇA 1-0 YENİK BAŞLAMAK"


"MAÇA 1-0 YENİK BAŞLAMAK"

Tüp Bebek tedavisi sırasında psikolojik destek alan anne baba adayları tedavi sürecini çok daha rahat geçiriyor ve hem tüp bebek başarı oranları olumlu yönde etkileniyor, hem de çiftin ilişkilerinde yaşanan sorunlarla başa çıkmaları kolaylaşıyor.
Kısırlık bir kriz durumudur ve bu kriz, belki de tüm yaşamları boyunca çiftin ilişkisini etkileme potansiyelindedir. Kısırlık 
ile karşı karşıya kalan çift, çelişkili ve çok karmaşık duygular yaşar. Bir an hayat arkadaşını suçlar ve büyük öfke yaşar, ardından suçluluk duyguları ile ezilir. Hayal kırıklığı, ümitsizlik, haksızlığa uğramışlık duygusu, öfke, suçluluk hepsi birbirine karışır.
Bu karışıklık bir süre sonra yerini çözüm arayışına bırakır. Her umuda sarılan çift elinden geleni yapar. Uzun süre doktor doktor gezen çift için, tüp bebek tedavisi son umuttur. Zor ve meşakkatli bir yolun henüz en başında olan çift, çok güçlü olması gerekirken, aslında çok yorgundur. Kısırlık kavramının kendisiyle savaşmak yetmez gibi, bir yığın dış faktörle de savaşmak zorunda kalmıştır: aman kimse duymasın diye çabalamalar, çevreye karşı savunmalar, aile büyüklerinin baskısı, yakınlarıyla bile paylaşamama ve yalnızlık, eşini kaybetme korkusu, suçlanma...
Bunca yükün altında ezilen ama tüp bebek tedavisine son bir umutla sıkı sıkı sarılan çiftin, tedavinin daha ilk basamağı olan tanı koyma aşamasından itibaren psikolojik destek alması çok önemlidir.
Psikolojik destek, her şeyden önce, çiftin sırtlardaki yükü hastanenin kapısında bırakabilmesini amaçlamaktadır. Böylece maça 1-0 yenik başlamak zorunda kalmayacaktır.

Yazının tamamı için: http://www.tupbebek.com/makaleler/kisirlik/maca-10-yenik-baslamak#axzz2CDyaI2zV

Tüp Bebek tedavisi sırasında uzm psikolog Arzu Güneş'ten yardım almak için lütfen randevu alınız: 0 (553) 277 77 22
(ilk görüşme ücretsizdir)


14 Kasım 2012 Çarşamba

YORGUNLUK VE UNUTKANLIK SEBEBİ: ŞEKER

Bilinen bir gerçek var ki o da şu; beynimiz çalışmak için glikoza ihtiyaç duyuyor ve beyin hücrelerinin diğer hücrelere göre iki kat daha fazla enerjiye gereksimi var. Bu da günlük toplam enerji ihtiyacımızın neredeyse yüzde 10'una denk geliyor. Bu enerjiyi glikozdan alıyoruz, yani glikoz aslında beynimizin benzini. Dolayısıyla dengeli olarak tüketildiğinde d
oğal şeker beynimizin düşmanı değil. Bize zarar veren, çeşitli işlenmiş gıdaların içinde farkında olmadan aldığımız şeker...

Yapılan çalışmalar, fazla şeker tüketiminin zayıf hafızaya, öğrenme güçlüğüne ve depresyona neden olduğunu gösteriyor. Hatta bunu bir adım ileriye taşıyarak, alkol, sigara gibi şekerin de bağımlılık yarattığını gösteren çalışmalar var.

Sağlıklı bir diyette önemli miktarda şekeri, meyve ve ekmek içeriğinden alıyoruz. Bu iyi bir şey çünkü beynimizin çalışması için her gün şekere ihtiyacı var. Ama sorun şu ki, biz bunun dışında işlenmiş gıdalardan da farkında olmadan, üstelik kronik şekilde şeker alıyoruz ve bu gıdalar genellikle hızlı emilen früktoz içeriyor.

Araştırmalar gösteriyor ki, işlenmiş şeker beyin kaynaklı nörotrofik faktör (BDNF) üretimini azaltıyor. Bu faktör azaldığında, hafıza zayıflıyor ve kişi hatırlama güçlüğü çekiyor.

Şekerin fazla yemek yemeye neden olduğuyla ilgili çalışmalar da var. Fazla şeker tüketimiyle şişmanlık arasında bir bağlantı olduğunu zaten biliyoruz. Çünkü şeker yüksek kalori içeriyor. Aynı zamanda şeker ağırlıklı besinler bizde daha fazla yemek yeme hissine de neden oluyor. Bunun nedenini geç de olsa kavrayabildik. Bu alanda yapılan son araştırmalar fazla miktarda işlenmiş şeker tüketiminin beynimizin doyma mekanizmasına olumsuz etkilediğini gösteriyor. Söz konusu sistem zarar gördüğünde, kişiler daha büyük porsiyonlar tüketmeye eğilimli oluyor. Tüm bu çalışmalar, işlenmiş şeker tüketimi fazlalılığının beyne zarar verdiğini gösteriyor. Bu şekilde bakıldığında, işlenmiş şeker tüketiminin sigara ve alkol bağımlılığı kadar ciddi bir sorun olduğu anlaşılıyor.

Şeker tüketimiyle ilgili nelere dikkat etmeliyiz? Hangi tür şeker bize zarar veriyor? Şekeri hayatımızdan tamamen çıkarmalı mı? Doğal şeker nedir? Şekerle ilgili merak ettiğiniz her şey bu yazıda...

Yazının tamamı için lütfen tıklayınız:
http://www.arttipmerkezi.com/makaleler/beslenme-danismanligi/yorgunluk-ve-unutkanlik-sebebi-seker

Kısırlık Çözümsüz Değildir...3 (Yazı Dizisi)


Yeni evlenen ve çocuk sahibi olmayı isteyen çiftlerin ortak yanılgısı istedikleri anda, hatta belki balayında gebe kalabileceklerini düşünmeleridir. Pek çok filmde ve romanda kahraman tek bir ilişki ile ya da bebek istediği anda gebe kalabilirken gerçek hayatta durum bu değildir.
Hiçbir sağlık problemi olmayan tamamen normal bir çifti ele aldığımızda, kadının tek bir adet döneminde, her gün ilişkide bulunsalar bile, gebe kalma olasılığı sadece %25'tir. Tek bir dönemde %25 olan gebelik elde etme şansı bir yılın sonunda %85'e çıkar. Yani bir yıl sonunda her 100 çiftten 85'inde gebelik elde edilecektir. Geri kalan 15 çift ise kısırlık ile karşı karşıya demektir.
Tanım olarak, en az 1 yıl herhangi bir korunma yöntemi uygulanmaksızın haftada 2-3 kere girilen cinsel ilişkiye rağmen gebelik elde edilmemesi infertilite yani kısırlık olarak adlandırılmaktadır.
Bu asla normal yollardan gebe kalamazsınız demek değildir ancak istatistiksel anlamda bakıldığında şans azalmış olmaktadır. Artık tıbbi yardıma ihtiyacınız vardır.
Pek çok çift infertiliteyi çekinecek hatta utanacak bir durum olarak görür ve kendilerini yalnız hissederler. Oysa tüm dünyada pek çok çift aynı problemi yaşamaktadır ve bunların önemli bir kısmı çok basit tedavilerle gebe kalabilmektedir.
Burada çiftleri kısıtlayan kısırlığın her zaman önemli bir problem olmasına rağmen acil olarak görülmemesinde yatmaktadır. Genelde kişiler doktora gitmeyi herhangi bir bahanenin arkasına saklayarak ertelemekte ve sürekli gelecek ay demektedirler. Oysa hayatta zaman dışında her şeyin telafisi mümkündür.
Kısırlık tanı ve tedavisi için geldiğinizde sizi nelerin beklediğini bilmek, yaşadığınız stresi azaltmaya yardımcı olacaktır.
'Kısırlık Çözümsüz Değildir' yazı dizimizin bu bölümünde erkek için uygulanacak tanı aşamalarından bahsedeceğim:
Erkekte Kısırlık Nasıl değerlendirilir?
Erkek kısırlığı dört aşamada değerlendirilir:
1. Erkeğin Öyküsü:
Öykü, erkek kısırlığının tanımlanmasında ve sebebin belirlenmesinde çok önemli bilgi ve ipuçları verebilir. Örneğin çocukluk çağı hastalıklarından inmemiş testis, ileride sperm yapımını olumsuz yönde etkileyebilecek bir problemdir.
Öykünün alınması sırasında sorulacak sorular nelerdir?
-Kısırlık Öyküsü (Kısırlık süresi, önceki gebelikler, daha önce yapılan tedaviler, eşin tetkik ve tedavisi )
-Cerrahi Öykü (Travma, kaza, yaralanma, fıtık onarımı, inmemiş testislerin skrotuma indirilmesi operasyonu, kanser veya torsiyon sebebiyle testisin alınması, prostat rahatsızlığı veya darlık nedeniyle transüretral cerrahi)
-Cinsel Öykü (Gecikmiş ergenlik nedeniyle araştırma, iktidarsızlık, kayganlaştırıcı kullanımı, cinsel ilişki zamanlaması veya sıklığı)
-Enfeksiyon Öyküsü (Son 3 ay içerisinde geçirilmiş ateşli hastalık, cinsel yolla bulaşan hastalık: bel soğukluğu, frengi, HPV gibi, kabakulak orşiti, verem)
-Kimyasal Madde veya Radyasyon Öyküsü ( Kemoterapi, radyoterapi, mesleki nedenlerle maruz kalma: zirai ilaçlama, kimyasal madde üretimi, radyoaktif madde üretimi, depolaması veya sevki gibi)
-Sistemik Hastalık Öyküsü (Diabet, kan dolaşım bozukluğu, sık solunum yolu enfeksiyonları, bronşit, koku alamama, kronik baş ağrısı, görme bozuklukları gibi şikayetler, göğüslerde anormal büyüme (jinekomasti))
-İlaç Kullanımı (Steroidler, anabolizan ilaçlar (vücut geliştirici), tıbbi ilaçlar)
-Alışkanlıklar (Sigara, alkol)
-Aile Öyküsü (Kısır erkek veya kız kardeş, baba tarafında kısır bireyler, yardımcı üreme teknikleri tedavisi görmüş yakın akraba)
Erkeğin Öyküsü Doğurganlığını Nasıl Etkiler?
Sorgulanan bu faktörlerden bir veya birden fazlasının varlığının saptanması, erkeğin tedavisi için bir umut ışığı doğuracaktır.
Daha önce belirttiğim gibi, sperm yapımındaki problemlerin sebebi çoğu zaman tanımlanamamakta, bu nedenle de sperm yapımını düzeltecek tedaviler yapılamadığından, eldeki spermleri en iyi şekilde nasıl değerlendirileceği düşünülmektedir. Bu da çoğu zaman mikroenjeksiyon gibi yardımcı üreme teknikleri ile olmaktadır.
Yardımcı üreme teknikleri aşamasına gelmeden daha önce bir sebebin belirlenebilmesi ve bu sebebin düzeltilerek sperm yapımının normal seviyeye çıkartılabilmesi daha büyük bir başarı olacaktır. Dolayısıyla, sperm yapımını olumsuz yönde etkileyen sebebin araştırılması büyük önem taşımaktadır.
Eğer düzeltilebilir bir sebep bulunabilirse ilk önce bu problemin düzeltilmesi yoluna gidilerek çift yardımcı üreme teknikleri gibi pahalı ve zahmetli yöntemlerden korunmalıdır.
Örneğin geçirilmiş cerrahi girişimler veya enfeksiyon hastalıkları, kanallarda tıkanıklığa dolayısıyla da sperm üretimi ve üretilen spermin dışarıya naklinde problemlere yol açabilir. Aynı şekilde mesane boynuna yapılan girişimler meninin dışarıya değil mesane içerisine boşalmasına neden olabilir. Tıkanıklık saptanan hastalarda cerrahi, bir alternatif olarak düşünülebilir. 

Erişkin yaşta geçirilen bir kabakulak enfeksiyonu eğer testisleri de etkilerse, şiddetli testis doku hasarına yol açabilir. 39 - 40°C ye kadar yükselmiş bir ateşli hastalık ya da viremi testiküler fonksiyonu bozduğu için sperm üretimi geçici olarak duraksayabilir. Yeni bir semen analizi ve doğru sonuç alınabilmesi için bu durumda yaklaşık 3-6 aylık bir sürenin geçmesi gerekecektir. 
 Kemoterapi veya radyoterapi uygulamaları da spermatogenezi ancak 4-5 yılda normale dönmekte veya kalıcı olacak şekilde bozulabilmektedir. Böyle bir durumun bilinmesi hastanın bilgilendirilmesi ve tedavi şeklinin belirlenmesi açısından önem taşır, ayrıca böyle bir hasta da tedaviden önce meni örneği alınarak spermlerin dondurulması gelecekte fertilitenin devamı açısından çok önemlidir. Bir çok ilacın (örneğin nitrofurantoin, simetidin, sulfasalazin, alkol, kokain, nikotin, marihuana ve kafein gibi) sperm yapımını olumsuz yönde etkiledikleri bilinmektedir. Yine sporcuların sık kullandıkları anabolizan ilaçlar, hormonal mekanizmayı etkileyerek sperm yapımını bozabilirler.
2. Erkeğin Fizik Muayenesi:
Fizik muayene, sperm yapımındaki problemin sebebini belirlemek için gerçekleştirilir. Penis, skrotum, testisler, epididim ve vaz deferens değerlendirilerek şu konular incelenir:
-Peniste doğuştan veya sonradan geçirilen bir cerrahi operasyona bağlı, fonksiyon kaybı oluşturabilecek şekilsel rahatsızlıklar
-Skrotumda testislerin varlığı veya inmemiş testis
-Testislerin boyutları ve kıvamı
-Vaz deferensin varlığı veya yokluğu
-Epididimlerde şişlik ve hassasiyet
-Varikosel varlığı ve derecesi değerlendirilir.
Testislerin skrotumda olmadığı durumda (cerrahi ile çıkartılmadı ise) inmemiş testis durumu söz konusudur. Testisin anne karnında gelişim sürecinde, karın içerisinden skrotum içerisine inmesi beklenir. Bazı erkek çocuklarında bu olay anne karnında değil çocukluğun erken yaşlarında gerçekleşmektedir. Testisler vücut dışında, skrotum içerisinde yer aldıklarından daha soğuk bir ortamda bulunmaktadır. Karın içerisinde uzun süre kaldıları takdirde, erişkin yaştan sonra skrotum içerisine indirilseler dahi sperm üretimi gerçekleştirmemektedirler. Ayrıca karın içerisinde kalan testislerde uzun dönemde kanser gelişimine yatkınlık olduğu bilinmektedir. Bu nedenle inmemiş testislerin varlığının saptanması erkek için hem infertlite hem de genel sağlığı için oldukça önemlidir.
Testislerin hacminin değerlendirilmesi önemlidir. Testis hacminin azalmış olması, çoğunluğu seminifer tübüllerin oluşturduğu bu alanlarda büyük oranda sperm üretiminde azalma olduğunu düşündürür. Azospermik (menide sperm gözlenmeyen) erkeklerde testisten sperm bulunması şansı, testis hacmi ile orantılıdır. Bu nedenle muayenede testis boyutlarının bilinmesi oldukça önemlidir. Testisin uzun aksı 4 cm cıvarında olmalıdır. Testis normal hacmi ortalama 20 ml cıvarında olmalıdır.
Varikosel mutlak incelenmesi gereken bir diğer önemli patolojidir. Varikosel muayenesi sırasında ayağa kalkarak karın içi basıncını arttıracak şekilde öksürmek veya ıkınmak gerekebilir. Varikosel tanısı için renkli doppler ultrasonografiden de yararlanılabilir. Ultrasonografi ile damar çapının 3 mm'den fazla olması ve damardan reflünün yani geri akımın gösterilmesi ile tanı pekiştirilebilir.
Semen analizi, erkeğin aktif sperm üretimi ile ilgili en faydalı bilgiyi verecek olan testtir.
Semen analizinin doğru bir şekilde yapılması için en önemli şart, cinsel perhiz süresinin doğru bir şekilde ayarlanmasıdır. En ideal analiz, 3 veya 4 günlük bir cinsel perhizi takiben gerçekleştirilecektir. Perhiz süresinin uzaması sperm sayısının aldatıcı şekilde artması ve hareketliliğin azalmasına, çok kısa olması ise sayının azalması ve hareketliliğin artmasına yol açacak, her iki şekilde de yanıltıcı bilgilere sebep olacaktır.
Semen analizi için örnek verirken, yanlış sonuçlara yol açmamak için dikkat edilmesi gereken noktalar nelerdir?
-Cinsel perhiz süresini doğru olarak görevlilere bildirmek ilk esastır. Çeşitli sebeplerle ideal perhiz süresi dışında analiz yapılması gerekiyorsa, perhiz süresinin uzunluğu, analizi yorumlayan kişiye yol gösterecektir.
-Örnek vermeden önce eller ve penis sabunlu su ile yıkandıktan sonra bol su ile durulanmalı ve kağıt havlu ile tamamen kurulanmalıdır.
-Semen örneğini vermeden hemen önce mutlaka idrarın tamamı tuvalete yapılmalıdır. Bu işlem bakterilerin, verilecek semen örneğine bulaşmasına engel olacaktır.
-Kayganlaştırıcı herhangi bir madde (sabun, yağ, vazelin, tükrük vs) kullanılmamalıdır.
-Örneğin verileceği kaplar sterildir. Kabın veya kapağın iç kısmına dokunulmamalıdır.
-Gelen meni örneğinin tamamının kabın içerisine verilmesi önemlidir. Eğer yanlışlıkla bir kısmı dışarı kaçtı ise bu durum mutlaka görevlilere bildirilmelidir.
-Hastanede gösterilen odada örnek vermek mümkün olmuyor ise bu durum doktora veya görevlilere bildirilmelidir.
-Eğer eşin yardımı gerekiyorsa, hastanedeki odalardan biri tahsis edilebilir. Eşin yardımı ile cinsel ilişki sonrasında verilecek örnekler, içerisinde bazı mikroorganizmaların (bakteri, mikrop) bulunması ihtimali nedeni ile tercih edilmemektedir. Bunun için özel bazı prezervatifler kullanılmaktadır. İnsan derisinde, anüs, makat bölgesinde ve cinsel organları civarında bol miktarda mikroorganizma bulunmaktadır. Bu mikroorganizmaların özellikle tüpbebek veya mikroenjeksiyon yapılacağı gün verilen örneğe bulaşması, yapılacak işlemin başarısız olması ile sonuçlanabilir. Bu nedenle eşin yardımı ile örneği verirken beraberinde bu mikroorganizmaların bulaşmasına sebep olabilecek temaslardan kaçınılmalıdır.
-Eğer hastane dışında örnek verilmesi söz konu ise, şu şartlarda verilmesi ve taşınması uygundur: sperm verme sırasında örneğe mikrop bulaşması ihtimalini düşünerek yukarıda sözü edilen durumlara dikkat edilmelidir. Örnek en fazla 20 dakika içinde, vücut sıcaklığına yakın ısıda (kış aylarında koltuğunuzun altında) ve güneş ışığı görmeyecek şekilde laboratuara ulaştırılmalıdır.
Semen analizinde değerlendirilen spermlerin yapımı 2-2.5 ay öncesine dayanır. Bu dönem içerisinde yaşanacak ateşli bir hastalık, ağır stres veya yorgunluk sperm yapımını belirgin derecede etkileyebilir. Bu nedenle tek bir semen analizi ile bir erkek hakkında karar vermemek gerekir.
Sperm kriterlerinde farklı analizlerde çok belirgin dalgalanmalar görülebilmektedir. Önemli olan bir erkeğin genel ortalamasının ne olduğunun belirlenmesidir.
Semen analizinde değerlendirilen temel kriterler ve bu kriterler için kabul edilen normal değerler nedir?
Meni hacmi: 1.5-5.0 ml
Sperm sayısı: 20 milyon/ml'den fazla
Hareketlilik: %60'ın üzerinde
İleri hareketlilik: 2'den büyük (1-4)
Normal şekilsel yapı: 4'ten büyük veya %60'tan fazla
Semen analizi sonucunda saptanabilecek bulgular nelerdir?
Oligospermi: Sperm sayısının düşük olması
Astenospermi: Sperm hareketliliğinin düşük olması
Teratospermi: Sperm şekilsel yapısının yüksek derecede anormal olması
Oligo-astenospermi: Sperm sayı ve hareketliliğinde problem
Asteno-teratospermi: Sperm hareketliliği ve şeklinde problem
Oligo-asteno-teratospermi: Sperm sayı, hareketlilik ve şeklinde problem
Şiddetli oligo-asteno-teratospermi: Sperm sayısının 5 milyon/ml'den az olması (neredeyse her zaman hareket ve şekilsel problem eşlik eder)
Azospermi: Menide hiç sperm gözlenmemesi
Virtual azospermi: Kişiye ait bazı örneklerde çok az sayıda sperm saptanırken, bazı örneklerde ise hiç sperm görülmemesi
Total immotil sperm: Spermlerde hiç hareketlilik gözlenmemesi
Initially immotil sperm: İlk incelemede spermlerde hiç hareketlilik gözlenmezken, çeşitli işlemler sonrası hareket gözlenmesi
4. İleri Testler:
Sperm kriterlerinde problem saptandığında, sebebin belirlenmesine yönelik olarak bazı ileri testler gerçekleştirilebilir.
Hormonal testler, daha önce belirtmiş olduğumuz, hipotalamustan başlayıp testislerde sonlanan hormonal sistemin değerlendirilmesi amacını taşır. 

Bu testlerde şu hormonların seviyeleri belirlenir:
-FSH
-LH
-Total veya serbest testosteron
-Prolaktin
Bu dört hormona ait düzeyler bize hormonal sistemin nasıl çalıştığını göstermektedir. Hormonların normalden düşük veya yüksek olmaları bize hatanın nereden kaynaklandığını veya problemin ne seviyede olduğu konusunda bilgiler verebilmektedir.
Örneğin FSH ve LH hormonu çok düşük olan erkeklerde, hormonal uyarının eksikliğine bağlı olarak sperm yapımının olmadığı saptanabilir. Böyle bir durumda dışarıdan ilaçlar vasıtası ile hormonal takviye yapıldığında sperm yapımı yeniden başlatılabilir.
Bunun aksine menide sperm saptanmayan, FSH değeri çok yüksek, testosteron düzeyi ise düşük çıkan bir erkekte, bu kadar yüksek hormon uyarısına karşın sperm ve testosteron üretilmemiş olması, testislerde ciddi bir harabiyet olduğunu düşündürmektedir.
Renkli Doppler ultrasonografi, testiste ve çevresinde yer alan damarlardaki kan akımının değerlendirilmesini saplar. Özellikle varikosel varlığının ve derecesinin belirlenmesinde faydalı olmaktadır. Örneğin ultrasonografide varikosel damarlarına ait kistik genişlemeler, renkli ultrasonografi ile teyid edilmekte, kan akımı ölçülerek akımın belirli noktalarda yavaşladığı veya geri akımın başladığı tesbit edilmektedir.
Sperm fonksiyon testleri, semen analizi sonucunda eksik kalan bazı bilgileri tamamlayabilmektedir. Bu testler; sayı, hareket veya şekil açısından normal veya normale yakın değerlerde saptanan spermlerin DNA olgunluğu, yumurtaya bağlanma kapasitesi ve dölleme yeteneği açısından vs. değerlendirilmesini sağlar.
Genetik testler, sperm üretimindeki problemin altında yatan sebebin genetik kaynaklı olup olmadığını belirlemektedir.

hurlist